16 Aralık 2024 Pazartesi
Müşterileri Kapıda Karşılıyor
Erdoğan’dan asgari ücret, memur ve emekli maaşı açıklaması
Silivri Adliyesi'ni alarma geçiren silahlı şüpheli gözaltına alındı
MESAM’dan Sanat ve Sanatçıların Geleceği Üzerine Toplantı
FBI Hamas’ı fırsat bildi
16.Aralık.2024 19:28, I Güncelleme:16 Aralık 2024 19:28
Bu hepimizin kabul ettiği, tartışmasız bir analiz şeklidir. Kişiyi tanımak için kullandığımız yöntemlerdendir. Gerçekten de tanımakta zorluk çektiğimiz, tereddüt yaşadığımız olaylarda bu gidişat, kesinlikle bize yol haritamızı çizmemize yardımcı olmaktadır. Zamanımız teknoloji çağı olduğu için, böyle bu tanımlama şekli değişebilmektedir.
Nüfus arttıkça, farklı kültür yapılarının da toplumumuzda toplumumuzda yapısal olarak değişikliklere sebep olduğunu da görüyoruz.
Dokumuz bu farklılaşmalarla değişip, yeni yapılaşmalar, yeni inşalar kurdu. Bunlar her türlü bizi etkiledi. Artılarımız oldu belki ama, negatif alanın çekim gücünün yüksek olmasından dolayı varolan kültürümüzle birlikte, insanlara bakış açımız da değişti. Kişiler yalnızca görsel açıdan donatılıp, içleri boş bırakıldı. Bizim için faydalı olabilecek oluşumlar da göz ardı edildi. En çok da atılması gereken şeyler işlendi.
Para tapınağımız oldu. Kişiler öncelikle maddi olarak değerlendirildi. Onun içindeki boşluğu, sevgisizliği, zalimliği görmedi; görmemeye de devam ediyor.
Tabii ki parasız olmaz. Benim söylemek istediğim, paraya yüklediğimiz değer kadar, herşeyin üstünde olmasıdır. Bu nedenle herkes parası kadar konuştu, konuşturuldu.
Onca kıymete, değere söz verilmedi; yer ayrılmadı. Sanki hiç yok gibi… Oysa ne emekler verilmiştir. Ne yanlışlar, sentezlenip doğruya erişilmiştir. Ne çok zaman ne çok ömür harcanmıştır; bu doğrunun gerçekleşmesi için…
Nasıl hiç sayılırdı ki?
Para bir araç değil midir? ihtiyaçlarımızı karşılamanız için…
Gördüğümüz gibi ne zaman para amaç oldu?
İnsanlık tarihimiz değişti. Değerlerimiz değişti.
Paramız varsa kendimizi iyi hissediyoruz olmadığında ise o değer kavramı yok oluyor.
Yaşam şartları zorlaştı artık. Hala eski köyümüz, kasabamız gibi düşünmemeliyiz. Çoğumuz ‘’Ah eskiden der başlarız cümlelerimize. Ama artık kendimizi zamana güncellememiz gerekir. ‘’Eski zaman’’ ‘’eski ben’’ ve ‘’şimdiki ben’’ arasında cebelleşiyoruz. Yaşadıklarımız, almamız gereken dersler, ödevler, katkılar artık bizim olmamız gereken kişiyi zaten oluşturmuştur.
Bizler artık eskiyi bir kenara bırakıp şimdimize bakmalıyız.
Geleceğimiz için, yolumuz için neler yapabiliriz, ona bakmalıyız. Geçmişte çakılıp kalmamız bize bir katkı sağlamıyor.
Hep şikayet ederken buluyoruz kendimizi.
Hep söyleniyoruz; zamanımızı konuşmakla geçiyoruz.
Dinlememiz gerekenleri dinleyemiyoruz.
Görmemiz gerekenleri göremiyoruz.
Yapmamız gerekenleri dolayısıyla yapamıyoruz.
Peki ben görevimi yerine getirmiyorsam, hep konuşuyorsam, suçlu hep başkaları mı?
Yerinde konuşup, zamanında hareket etmek bizi de doğruya götürür. Her daim eleştirmek ise kendi etrafımızda döndürür. Başkaları da bizim yerimize yapılması gerekenleri, kendi doğrusuna göre yapar ve hayatımızın döngüsü değişir. Sahip çıkamadığımız hayatımıza başkaları müdahale eder.
Her dönemin artıları ve eksileri vardır. Bu kaçınılmaz durum, toplumun ihtiyacına göre, talebine göre, tavrına göre olaylar silsilesini değiştirmiştir. Bizim yapmamız gereken, yaşadığımız ortamın dışında kalmamak adına kendimizi güncellememiz gerekmektedir. Olayın dışında kalmamız ve bizim durumdan bir haber yaşamamız, hayatımız ahengini değiştirir. Gidişatla senkonize olamadığımız için uyum sorunu yaşarız. Bu durumda, hem olan gelişmelerin, olayların dışında, hem de varolan teknolojinin gerisinde ve uyumsuzluk içerinde oluruz. Şikayetlerimizin ardı arkası kesilmez. Ahengi kaçırmamak adına mümkün olduğunca, bulunduğumuz duruma kendimizi uyumlamak bizim faydamızadır.
Çevremizde tanımaya çalıştığımız kişiler olsun, arkadaşlarımız olsun, iletişim kaynakları ve teknolojinin getirdiği imkanlarla değerlendirme yapabiliriz. Örneğin, iş alımlarında, yapılan yüzyüze görüşmeler yerini yeniliklere bıraktı. Bazı kuruluşlar, şirketler insanların sosyal medyadaki paylaşımlarını, takip ve takipçilerini, değerlendirip, kişinin nasıl bir karakter olduğuna karar veriyor.
Yani artık teknoloji ‘’bana sosyal medyanı söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’’ diyor; söylemedi demeyin.
Senin takiplerin, takipçilerin, beğenilerin, paylaşımların seni tanımlıyor.
Artık böyle.
Teknoloji bu dedim ya.!
Oradaki neyse sen de o’sun.
Seygiyle kalın, sevgili okuyucularım.
1.Aralık.2024 21:03, I Güncelleme:1 Aralık 2024 21:05
Ankara’nın kalbi, Tandoğan’daydı
‘Yoksulluğa karşı mücadelede birleşiyoruz’’.
Saat 13.00 da alanda buluşan topluluk ‘’YOKSULUĞA KARŞI BİRLEŞİYORUZ’’ dedi ve gücünü gösterdi.
Mecliste görüşülmekte olan emekli ve memur zam oranlarına yetersizliği sürekli artan fiyatların, artık çekilmez bir hal aldığı, kira artışlarının dur durak bilmediği, kira bedellerinin mevcut maaşların çok üstünde olması, ailelerin çöküşlerine sebep olması nedeniyle ‘’GEÇİNEMİYORUZ.’’
KESK’in düzenlediği bu devasa birleşme muhteşem birlik beraberlik güç göstergesidir. Güvenlik güçlerinin kontrollerinden sonra alana giren katılımcılar pankartlarıyla da seslerini duyurdular. GEÇİNEMİYORUZ.
Kamu emekçileri sendikaları federasyonundan geçinemiyoruz mitinginde, birçok dernek, sivil toplum kuruluşları katılım sağlayarak büyük ses getirdi.
BÜYÜK AHENK İÇERİSİNDE SÜREN MİTİNGDE BİRLİK VE BERABERLİĞİN GÜCÜ TEKRAR SERGİLENDİ. PANKARTLARDA VE SLOGANLARDA BU GÜCÜN BÜYÜKLÜĞÜ GÖZLER ÖNÜNDEYDİ.
MUHTEŞEM BİR BİRLİKTELİK VARDI.
GEÇİNEMİYORUZ. DUYUN SESİMİZİ… GEÇİNEMİYORUZ
SELMA ERDEL
15.Ekim.2024 18:06, I Güncelleme:15 Ekim 2024 18:43
Merhaba sevgili okuyucularım, bugün sizlerle ana baba olma hakkında konuşmak istiyorum.
Her insan, erişkin yaşlara geldiğinde ana-baba olabilir.
Ana baba olmak hem zor hem de yüce bir görevdir aslında. Hele anne olmak zorun zorudur. Bedeninde taşıdığın canından canın dünyaya gelişiyle, birçok sorumlulukları da beraberinde getirir. Bunun bilincinde olmak, insanlığın göstergesidir. Bu niteliğe sahip olan kadınlar toplumun da sağlıklı olmasına katkı sağlar.
Şunu biliyoruz ki, yalnızca doğurup bir kenara bırakmak ana babalık değildir. Zaten bu kadar kolay olamaz, olmamalı da… Sorumluluk bilinci oluşan insanlar, kültürel yapılarıyla, vicdan ve davranışlarıyla toplumda kendilerini gösterir ve bu insanlar kendilerini bilirler. Diğer taraftan bu bilinci gelişmeyen insanlar kendi duygularına göre davranır. Onların rehberleri kendi nefisleridir. O yüzden kimilerine göre ana baba olmak için sorumluluk gerektirmez. Bunlar birey olarak görmedikleri evlatlarına bir nesne gibi davranırlar. Sıcak bir tebessümle ailenin varlığını ve güvenini hissetmesi gereken çocuk, unutulmuş bir eşya gibi hatırlanmayı bekler.
Hayatta kendini bilen insanlar çocukları dünyaya geldiğinde hayatla ilgili endişeleri karşısında durumları elverdiğince yapması gereken her şeyi yaparlar. Hatta birçoğumuz çocuk sahibi olduğumuzda birden hayat planımızın değiştiğini fark ederiz
Tüm planlar bu küçücük varlığa göre yapılır. Evet dünyanın merkezi çocuklarımız olur. Aman kimse üzmesin diye etraflarında pervane oluruz. Laf söz söyleyene aslan kesilir, koruruz kollarız bir şey olmasın diye.
Olunca da kendimizi yargılarız; nerede yanlış yaptık diye. Yerine getiremediğimiz şeyler için utanç duyarız. Evlat bu ya; canının parçası dolayısıyla yapılması gerekenler daha fazlasıyla yapılmalıdır.
Bizlerin görevi dünyaya gelmesine vesile olduğumuz çocuklarımıza sahip çıkmaktır. Ben anne isem, ben baba isem benim görevim bana emanet edilen varlığı koruyup, kollayıp, yetiştirmek hayata hazırlamak değil midir?
Bizim duyduğumuz endişeyi zerre kadar duymayan aileleri gördükçe tıkanıp kalıyor insan.
Evlatlarınızı tehlikeye atarken hiç ana baba duygunuzu sorguladınızmı?
Hakikaten hak ediyor musunuz anne baba olmayı?
Siz nasıl bir insansınız?
Nasıl ana, babasınız?
Doğadaki bütün varlıklar yavrusuna sahip çıkarken siz neredesiniz?
Hangi güçle yaratanın verdiği canı, üstelik evladının canını tehlike atabiliyorsunuz?
İnsan sorgulamalı, önce kendini; ne yapıyorum diye, nasıl bir insanım diye. Hem kendi hakkını hem de başkalarının hakkını bilmelidir. Vicdanını her zaman sorgulamalıdır. Sorumluluklarını bilerek hareket etmeli, yerine getirmelidir. Hayatın bir maddiyat olmadığını, maneviyatın da olması gerektiğini, hepsinin bir denge içerisinde yürütüleceğini bilmelidir. Her şeyin yerini madde almamalıdır.
Çoğumuzun tapınağı olan para tüm duygularımızın yerine geçmiş vaziyette. Paranın gücü, nefsin gücü her şeyi öteleyebiliyor. Maddi olarak hiçbir bedel ödenmeyen sevgi ise, kimsesiz ve garip kalmış durumda. Her topluma, her dile hitap eden sevgi eksikliğinden dolayı, kişiler duygularını yitirmiş ve kalibresi bozuk bir hale gelmiştir.
Toplumda bu dejenerasyonu oluşturan aileler bütünlüğü değil midir?
Mikro da oluşan bir sorun makroda da oluşmaz mı?
Asıl meseleyi ailelerden, hatta aileleri oluşturan bireylerden çözmek gerekmez mi?
Kanserleşmiş duygular, hatta duygusuzluklar nefsin direksiyonunda her şeyi yönetiyor olması, bizi daha da tehlikeye atmaz mı?
Vuran kıran yok, eden hastalıklı bedenler anne baba olmamalıdır, bu kişiler ilkel duygularıyla insanlığa hizmet edemezler. Dürtüleri ile hareket eden insanlar da sorumluluk sahibi olamazlar.
Hakikaten öncelikle insan olmak için çabalamamız lazım. Günden güne çukura düşerken, tüm toplum bilimciler, tüm eğitimciler tüm sivil toplum kuruluşları, herkes! Herkes! acilen çalışmalar yapmalıdır. Eğitim-öğretim programlarında öncelikle konu’’ insan olmak’’ olmalıdır.
İnsan nasıl olunur?
Sevgi nedir?
Saygı nedir?
Vicdan nedir? öncelikle öğretilmelidir.
Sorumluluk nedir?
Hak nedir?
Hak yemek nedir?
Bunların hepsi tek tek bilinmelidir. Hayatın matematiği öğretilmelidir. Biliyoruz ki eğitim ve öğretimin sıradanlaşması bu toplumunda yok edilmesine neden olur.
Anadolu halkının, nice emek verdiği toprakları çok kıymetlidir. Bu değerler yabana atılmamalıdır. Kültürümüze değerlerimize sahip çıkılmalıdır. İnsanlığa katkı sağlayabilecek ne varsa yapılmalıdır. Sahip çıkmadıklarımız, görmezden geldiklerimiz, çeşitli olaylarla tekrar karşımıza çıkabiliyor. Bu olaylar karşısında hayatı okuyarak, artık daha bilinçli daha ne yaptığını bilen insanlar olmamız gerekir. Sorunları çözüm odaklı halletmek doğrusudur. Yerden akan suyun silerek temizlenmesi boşuna zaman ve para harcamış olmaktadır. Şayet, akan yeri bulup, onararak sorunu çözersek; ondan sonra da karşımıza çıkar tüm sorunlar, sorun olmaktan çıkar. Mesela ağlayan çocuğa emzik vermek yerine acıkmış olabileceğini düşünmek daha doğru yaklaşımdır. Sivrisinekleri öldürmek yerine bataklığı kurutmak temizlemek şeklinde örnekler verebiliriz. Olayın başında iyi değerlendirme yapıp çözüm odaklı olmak her zaman bizi doğruya götürür. Bu yaklaşım bize hem maddi hem de zaman olarak kazanç sağlar. Bizlerin bundan sonra doğru davranışlarla kendinize toplumumuza katkı sağlayacağımızı unutmamalıyız. Bu nedenle bizler görevlerimizi hatırlamak durumundayız. Öncelikle ailede tüm bireylerin birbirlerine karşı saygılı, sevgi dolu ve iletişim halinde olmalılar. İnsani duygularımız her zaman kontrollü bir şekilde bizi mücadelelerini yapmalıdır. Vicdan her yanlışımızda bize seslenmelidir. Kılına zarar gelmesin dediğimiz evlatlarımız bizim desteklerimizle hayata tutunabilmelidirler. Onlar bize, biz onlara güven dağı olmalı; sevgimiz onları sarıp sarmalamalıdır. Sağlam karakterde bireyler olmaları sağlanmalıdır. Ne istediğini bilen, hedefine odaklanan çalışkan vicdanlı kocaman yürekli insan olmalıdırlar.
Tüm bunların oluşabilmesi için bizlerin de sağlam anne baba olmamız gerekmez mi?
Bizler uçurumun kenarında durduğumuzda yanımızda, yakınımızda kim varsa savrularak yok olmaz mı?
Hayat bu kadar ucuz mu?
Olmamalı değil mi?
Sevgiyle kalın.
Selma Erdel
20.Ağustos.2024 21:19, I Güncelleme:20 Ağustos 2024 21:25
Şöyle etraflıca insanlara geriden bakıyorum. Herkes mutsuz, herkes bezgin herkes sinirli… Sanki bir esintiyle oradan oraya akıp gidiyor onca insan. Bu kadar mutsuz, bu kadar ruhsuz nasıl olduk? Yoksa hep mi böyleydik; düşünüyorum ama bulamıyorum. Bu deli sorularla cebelleşip duruyorum.
Emeklilerimiz kahve köşelerinde, banklarda orda burda…
Nedir bu boş vermişlik?
Neden böyle?
Yıllarca çeşitli kamu kuruluşlarında, çeşitli sektörlerde görev yapmış bunca insan şimdi köşe yastığımı olmalı?
Neden böyle bir şey layık gördünüz kendinize ?
Birçok sivil toplum kuruluşları var. Boş zaman kaybedilmesi yerine biraz destek olunamaz mı? Fikirler öneriler sunulabilir. Çorbaya biraz da bizim katkımız olur. Hem kendimizi işe yaramayan atıl insan duygusundan kurtarır; hem de küçük dokunuşlarla büyük birçok amaca destek olunmuş olur. Birilerine derman olur. Aynı zamanda da kendi duygusal şifalanmamızı sağlamış oluruz. İnsan faydalı olduğu sürece fayda görür. Elimizi uzattığımız kadar da bize el uzanır. Doğanın kanunu budur.
Yılların emeği, tecrübesi neden katkı sağlamasın? Birliğimiz dirliğimiz değil midir? Ne zaman egosal davranışlarınızdan çıkıp toplum refahı için katkı sağlayacağız? Bu hepimizin görevi değil mi?
Bu topraklarımız kanla yıkanmış, çoluk çocuk, genç, yaşlı, kadınlarımız, erkeklerimiz canla başla savaşmış. Hiç kolay olmamış. Çok emek verilmiş. Çok çile çekilmiş.
Şöyle bir düşünelim; hepimiz emekliyiz, hepimiz kadınız, hepimiz erkeğiz, hepimiz genciz… Peki onlar vakti zamanında, kadın/erkek/ genç değiller miydi? Onların hiç psikolojileri bozuk olmadı mı? Hep mutlu, hep bahtiyar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında mıydı?
Hiç mi öfkelenmediler mi? Hiç mi sıkılmadılar?
Hangi yerde tatil yapalım diye düşünme olanakları oldu mu sizce?
Strese mi girdiler?
Stres nedir biliyorlar mıydı acaba?
Ne yapıyoruz biz Allah aşkına bu insanlar insan değil miydi? Bu insanların hiç duygusu yok muydu? Varsa yoksa bizim alınganlıklarımız, varsa yoksa bizim kaprislerimiz…
Şöyle baştan aşağı silkelenmemiz temizlenmemiz, kendinizi kendimize getirmemiz gerekir. Bu topraklar, bu vatan, bu bayrak bizim. Göz yumduğumuz, görmezden geldiklerimiz ne varsa, bunlar için yarın kapımız çalınmayacak. Diyelim ki kapımızı çaldılar, o zaman tokmakla hem kapıya hem de kafamıza vuracaklar. Daha ne vakit kendimizi buraya getireceğiz.
Gençlerimiz, pırıl pırıl gençlerimiz gelecekten bir şey bekleyemiyor. Bunun sorumlusu sizce gençler mi? Pardon da biz ne analık babalık yaptık ki ? Nasıl berbat durumdayız farkında mıyız? üç kuruş para verip baktığımızı zannettiğimiz evladınız ellerimizden kayarken… Ancak konuşarak, söylenerek çözüm bulacağınıza zannediyorsunuz. Sürekli eleştirdiğimiz evlatlarımıza söylenirken, sizde sütten çıkmış ak kaşık mıydınız? Yapmayın! eğri oturup doğru konuşalım. Farkında olarak yavrularımızın, canlarımızın duruşundan, bakışından ruh halini hissedebiliyor musunuz? Yoksa gerek mi duymuyorsunuz? Biliyoruz ki anne baba rol modeldir. Karşısında sigara içip, ’evladım sakın içme’’ nasıl dersin. Ergen gibi sürekli hasbelkader öğrendiğin telefonda sörf yaparken hiç mi yorulmadın? Hiç mi etrafındakilerle iletişim kurmak istemedin? Nasıl şeysin? Anne baba olmak demek doğurduğun çocuğunu sürekli eleştirmek midir? Midesini susturunca, bedenini örtünce bitiyor mu? Bu kadar mı ? Evet belli ki bu kadar.
Her şey ortada, insan olarak kavram değişmiş, algı değişmiş, yalnızca bir madde. PARA bir nesne… Para tapınağımız; ama elinde olanda, olmayan da yatıp kalkıp ‘’para’’ dan başka bir şey çıkmıyor ağzından.
Yanlış anlaşılmasın tabi ki hayatımız idame ettirmek için para olmasa onlardan ama her yere koymak biraz sakıncalı.
Parayla sevgi satın alan görmedim.
Parayla itibar satın alan da görmedim.
İnsanlığımızın temelinde sevgi ve itibar… olmazsa olmazlardan değil mi? öyleyse bir daha düşünsek nasıl olur?
Görselimizi donatmaya çalışırken içimizi boş bırakıyorsak yok olmaya mahkumuz. Aklımız, beynimiz, ruhumuz donatılır ise ebediyete kadar katkı oluruz.
Gençlerimize rehber olmayı başaramaz iken, onların başarısızlıklarını sorgulamak biraz acizlik değil mi? Hasar verdiğin çocuğun sağlam olmasını nasıl beklersin? Ebeveyn sorunlu ise nasıl sağlıklı çocuk olmasını beklersin? Önce kendimize bakmamız gerekmez mi?
Çok geç kalmadan kendimize bir ışık tutalım.
‘’Ben’’ düzelirsem her şey düzelir.
‘’Ben’’ seversem herkes sever.
O zaman bunu bilir onu söylerim. İnsan önce kendini bilecek.
Aydınlığın kadar aydınlatırsın.
Haydi durma ışığını yak seninle birlikte tüm ışıklar yansın.
Çok geç olmadan gözümüzdeki sis perdelerinden kurtulalım.
Bu çocuklar bizim
Bu vatan bizim
Bu toprak bizim
Bize bizden başka kimse kucak açmaz
Bize bizden başka kimse elini uzatmaz
Bu eller bizim
Dirliğimiz için, birliğimiz olmalı
Unutmayın
Sevgiyle kalın sevgili okuyucularım.
14.Temmuz.2024 22:42, I Güncelleme:14 Temmuz 2024 22:47
HERŞEY ZITTIYLA VARDIR,
Merhabalar can okurlarım,
Sizlere hayatımızdaki zıtlıklardan bahsedeceğim. Neden diye yargılamadan önce, bir de şöyle bakalım ne dersiniz?
Karanlık aydınlıkla, iyilik kötülükle, güzel çirkinle karşılık buluyorsa, hayat düalitedir, yani hayat dengedir. Her şeyin bir zıttı vardır. Her davranışın da bir karşıtı vardır ve gelip yerine oturur. Hiçbir şey kendi kendine olmaz.
Bir şeylerin kıymetini hep yitirdiğimiz de anlıyoruz. Öncelikle yok sayıp görmezden geliyoruz. Kaybedeceğimizi bile bile hoyratça kullanıyoruz hem kendimizi, hem de karşımızdakileri.
Kırdığımız incittiğimiz hiçbir şey umurumuzda değil. İlkel duygularla yaklaşıyoruz her şeye düşünmeden, sentezlemeden ani davranıyoruz. ‘’Yaptım oldu’’ ya peki bunun geri dönüşü ne olacak?
Hiç düşündün mü?
Öyle ise şöyle bir bakalım; neyimiz fazla, neyimiz eksik. Nerede bir aşırılık söz konusu ki, dengelenmek için karşıtı çıktı.
Doğada her şey denge içerisindedir, dengedir. Evren oluşumundan itibaren ahenkle çalışır. Alemlerin rabbi nakşetmiştir. Tüm canlılar yerini almıştır. Herkes görevi bilir. O nedenle uçan kelebeğin etkisi bile göz ardı edilmemelidir.
Herkes görevini yapar bu alemde. Ormanların kralı aslan da yerdeki örümcek de dağdaki tavşan da tarladaki fare de… kimse ben görevimi yapmam demez. Kimse kimsenin yerine göz dikmez. Karıncanın, aslan olmak gibi bir niyeti yok; aslanın da karınca olması.
Hepsi biliyor hem görevini hem de haddini. Kimse kimsenin kuyusunu kazmıyor. Kimse kimsenin çöplüğüne girmiyor; ‘’uçmayı bilmiyorum ama ben de kartal gibi göklerde uçarım’’ demiyor. Kartal’da ‘’yerde gezerim’’ demiyor; göklerdeki asaletine devam ediyor. Aldığı görevi yerine getiriyor bozmuyor ahengi.
Biz de doğanın bir parçasıyız. Her ne kadar gelişmiş olsak da gelişmişliğimizin gerekliliğini yerinde kullanmıyoruz.
Gözümüz görmüyor yaptıklarımızı; ama gösteriyor doğa yaptıklarımızı…
Dere üstüne yaptığın evini sana geri veriyor; ‘’ev üstüne ev olmaz’’ diye.
Toprak, yaktığın/kestiğin ağaçları için toprağında sana tutunmana yardımcı olmuyor; atıyor seni üzerinden.
Acıtarak söktüğün kökleri için, köklendirmiyor seni de.
Acıttığın kadar acıtıyor/ acındırıyor seni. Farkına varman için, kendine gelmen için, görmen için olan biteni, sokuyor gözüne.
Ne geliyorsa başına düşünmen için, neyi eksik yaptın ki fazlası karşında.
Neyi fazla yaptın ki eksildi. Neyi kapattıysan her şeyi sımsıkı, sayende açığını gösteriyor sana.
Reva gördüysen hak edilmeyen hakkı, sana da reva görürler hak ettiğin haksızlığı.
Kul ile evrenin sahibinin, hukukuna karışırsan sana da hukuk tanımayan çıkartıyor karşına.
Boşuna değildir yapılan her şeyin bir nedeni var.
Gözün gönlün, görürse kulağın doğru işitirse, vicdanın sızlamaz, huzur duyarsın o zaman.
Doğa ile bir bütün olduğunu kabul edip, yapılması gerekenleri hayatına katarsan;
Hayatta suyun akarak yön bulduğu gibi, senin yön bulup, yol almana katkı sağlar.
Yeter ki gönül yol olmak istesin.
Yol olmak isteyen gönül, yolunda yol yürür.
Yolunuz da yolculuğuz da sevgiyle ol’sun
Anlam bulsun,
Amaç ol’sun
Umut ol’sun
Doğa gibi
Aksın hayata
CAN BULSUN HAYATLAR
Sevgiyle kalın…
Selma ERDEL