DOLAR 35,5015 0%
EURO 36,4463 0.3%
ALTIN 3.044,430,24
BITCOIN 33608710,19%
İstanbul

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Kıvanç Haldız

Kıvanç Haldız

17 Kasım 2024 Pazar

ZAMANIN SUÇU YOK

ZAMANIN SUÇU YOK

17.Kasım.2024 23:22, I Güncelleme:17 Kasım 2024 23:22

17.11.2024 23:22, I Güncelleme:17 Kasım 2024 23:22

Merhabalar değerli okur dostlarım, kucak dolusu sevgiler her birinize…
Bazen çok şey söyleyip çok şey yazmak istiyorum. Fakat yukarısı bıyık aşağısı sakal misali kocaman bir yutkunmayla bastırıyorum ruhumun fırtınalarını. Görmeyen gözleri gördürmek , duymayan kulakları duydurmak, anlamayana bin kez anlatmak na mümkün. Kimileri vur patlasın çal oynasın sefasında, kimileri yokluğun yoksulluğun, kimsesizliğin cefasında. Kuşakların, şehirlerin, köylerin, ailenin, arkadaşların arasındaki uçurum dipsizleşti. Zirvede sefa süren dipteki acıdan sefaletten bihaber. İnsan olarak bile bu gidişat hiçbir adil vicdan sahibinin yüreğinin kaldıracağı yük değil.
Ya kimliğimiz?
Ya törelerimiz?
Ya inancımız?
Ya insan olma vasfımız? Hangi birini yok saydık da bu hale geldik. Elbette ki hepsini yavaş yavaş, azar azar yok saydık. İlk yanlışlarda kimsenin sesi çıkmayınca, üç maymunu oynamayı, beni sokmayan yılan bin yaşasın demeyi alışkanlık edinince yanlış yapan, yanlış yola sapan hem utanmayı unuttu, hem cesaretlenip daha fazla cüretkar ve azgın oldu.
Kökten tepeye yavaş yavaş ama gümbür gümbür çürüdük, yozlaştık. En güzel meziyetlerimizin, cesaretle yanlışa demelerimizin, ailedeki saygın disiplinin, nezaketimizin, mertliğimizin, sevdalarımızın neredeyse sonuna geldik.
Ne yuvalarımız eski tadında, eski saygın düzeninde, ne çocuklar çocuk, ne büyükler büyük… Ne bir tencerede yemek pişiyor, ne ailecek oturulup ağız tadıyla o yemek yeniyor. Bir tarafta bolluktan tatminsiz insanlar, bir yanda sıcacık dumanı üstünde bir somun ekmeği düşleyenler. Kantar ne duyarsızlığı, adaletsizliği tartabiliyor ne de sefaleti, derme çatma hayatların acılarını… Dümensiz bir gemide girdaba doğru sürükleniyoruz. Farkında olmadığımız aslında hepimizin aynı gemide oluşu.
Herkes yavan, samimiyetsizliğin maskesiyle yapılan sohbetlerde şikayet ediyor. Ediyor etmesine de değiştirmek için hiçbir şey yapmıyor. Fikirler konuşulduğunda güç oluşturmuyor, eyleme dönüşmüyorsa fikrin sahibi de fikride ölüdür.
Çocuğumu seviyorum. Nasıl seviyorsun? Saldım çayıra mevlam kayıra mı? Maddi imkanları sunmak sevmenin göstergesi olamaz. Çocuğunun ne kadar ahlak, vicdan, adalet duygusu, insani meziyetlerle ruhunu zenginleştirdin.
Vatanımı seviyorum. Nasıl seviyorsun? Yerlere çöp atarak, suları, havayı kirleterek, ormanları yakarak, işini iyi yapmayarak, her şeye hile katarak, çalışmadan üretmeden ,seçtiğini hakkaniyetle yönetmeden nasıl vatan sevgisidir bu?
Çok uzar bu konu kısaca ne sevmeyi ne sevmenin manasını biliyoruz. İçi boş, bomboş kelimelerle kurduğumuz sahte cümlelere hiç birimiz inanmıyorken mış gibi yapmak yerine gerçekleri söylesek daha etik olurdu. Yalanla yaşamanın sonu yok oluşa gider. Kimseye değişme şansı vermez.
Bir de arkasına sığındığımız o kalkan yok mu? Zaman değişti. Zaman nedir ki? O kendi halinde geçip gider ve insanoğlu kendi yaptıklarının ya ceremesini çeker ya semeresini alır. Kimse zamanı suçlamasın, zaman geçerken yapılan yanlışlara ne kadar dur deme cesaretine sahiptin onu sorgula.
Herkes seviyor, her şeyi seviyor. Sevmenin tam anlamını bilmeden öylece ağızlardan çıkıveriyor işte.
Anamı babamı seviyorum.
Ailemi seviyorum.
Eşimi seviyorum.
Çocuklarımı seviyorum.
İnsanları seviyorum.
Hayvanları seviyorum.
Doğayı seviyorum.
Vatanımı seviyorum.
MİLLETİMİ SEVİYORUM . Tüm sevdiklerimize nasıl zulmettiğimizi, yok ettiğimizi, umursamadığımızı, yaktığımızı, süründürdüğümüzü görüyorum. Eminim bir avuç gerçek insanın yüreği paramparça oluyor olup biten her şeye. Umutları dipdiri karınca misali çabalıyorlar.
Bunca şeye şaşırmıyorum biliyor musunuz? Çünkü insanlar Allah’ı ve inançlarını da çok sevdiklerini söylerler ve orada bile riyakarlık ederler. Tek umudum o bir avuç güzel insanın bir maya gibi, genetiği bozulmamış tohum gibi gerçek kimliğimize, özümüze dönmemize yol açmaları. Yörüngesini şaşırmış düzenin hizalanması. Dilerim ki canım vatanım huzurlu günlere tez zamanda kavuşsun. Gerçek yalın insanlara her zamankinden çok ihtiyacımız var. Özü sözü bir mert insanlara. Herkesin bu günümüzde sorumluluğu var. Kimimiz yaptıklarımızdan, kimimiz yapmadıklarımızdan sorumlu. Zamanın suçu yok! Sevgiyle ve esenlikle kalın. Adaletten yana olun emi? Sevgimdesiniz…
KIVANÇ HALDIZ

Devamını Oku

KİMİZ BİZ

KİMİZ BİZ

28.Eylül.2024 11:55, I Güncelleme:28 Eylül 2024 11:55

28.09.2024 11:55, I Güncelleme:28 Eylül 2024 11:55

Merhaba değerli okur dostlarım, hayatınızda her şeyin yolunda gitmesini dileyerek bu haftaki sohbetimize başlamak istiyorum.
Toplumlar bir olduğunda gerçek anlamda millet olurlar. Milletin, halkın, toplumun refah ve düzenini sağlamak siyasi memurların işidir. Bir göreve talip olan kişinin işini iyi yapıp yapmadığını halk gözlemler. Toplumda işler yolunda gidiyor ve refah düzeyi arttı ise hizmeti yapan kim olursa olsun takdir edilir, edilmelidir de… Bu alanda ne yazık ki iki durum var ki işleyişi sekteye uğratıyor.
1- Fanatizmin doruğunda körlük sebebiyle ne yapılırsa yapılsın asla eleştirmemek.
Kendi tarafından olmayanın yaptığı iyi işleri takdir etmemek. Her iki durumda ahlaki ve vicdani değildir. Temel amacımız bir olup BİZ OLUP saygı çerçevesinde yanlışı eleştirebilmek, saygı çerçevesinde yanlışı düzeltme yeteneğini geliştirmektir. Biz hepimiz koca bir milletiz. Asaletimizi kimliğimizi zedelemeden gelişmek zorundayız. Birbirimize hakaret etmeden, alçaltmadan ve alçalmadan yapıcı ortak bir dil kullanmalıyız. Bunun yanında bozulmuş olan işleyiş ve düzenin sihirli bir değnek dokunuşuyla düzelmesi mümkün değildir. Aslında şikayet ettiğimiz ne varsa herkesin az yada çok payı vardır. Bir yerlerde işimize geldiği için çiğnediğimiz bir kural, görmezden geldiğimiz bir suç belki basit sıradan bir kural ihlali bireyselden toplumsala dönüştüğünde içinden çıkılmaz bir hale dönüşür. Nasıl ki herkes kendi kapısının önünü süpürdüğünde her yer tertemiz oluyorsa bireysel olarak kendi kişisel düzeltmelerimizi sağlayıp sorumlu vatandaşlar olduğumuzda hem toplumda sistemde tıkanmalar olmayacak, hem kuralları çiğnemeye meyilli olanların cesareti kırılacaktır. Bu gün yok aslında birbirimizden farkımız mantığı ile herkes bir şekilde sistemi kıyısından köşesinden çiğnediği için suskun ve kabul durumunda. Acilen milletçe fabrika ayarlarımıza dönmek zorundayız. Bu aciliyet ülkemiz ve refahımız için çok çok önemli. Minicik çocuklar bile mafya gibi davranıyor ki bu bozulmadan aileden başlayarak en tepeye kadar sorumluyuz. Sorumluluk alanlarımızın sınırlarını kaldırdık ve beni sokmayan yılan bin yaşasın dedik. Biliniz ki kendi koynumuzda beslediğimiz bu yılan önce bizim canımızı yakacak.
Temiz bir toplum, refah, huzur için kendi üzerimize düşeni yapıp sorumluluk almalıyız. Çalışan , üreten, kendine yetip fazlasını ihraç eden bolluk içinde yaşayan bir ülke olabiliriz. Biz olabilmek çok önemli. Her birimiz bu vatanın birer hücresiyiz. Bir araya aynı ülkü amaç için gelebildiğimizde tam vücut oluruz. Sıkıntı ve zorlukların geçeceğini beklemek tam bir aptallıktır. Çünkü az yada çok bu yaşadıklarımızda ortak sorumluyuz. Başkasının meşaleyi yakmasını bekleyenler aldanır zira başkasının yaktığı meşalenin ışığı senin karanlığını aydınlatmaz…
Tüm halkımızın, kurdumuzun kuşumuzun, dağımın denizimin, yeraltının gökyüzünün rahat ve mutlu olduğu vakitlerin gelmesini diliyorum. Hiç kimsenin üzülmediği, imrenmediği, yutkunmadığı zamanlar ancak hep birlikte birbirimize sahip çıkarak, ayrışmadan ama yanlışa yanlış deme cesaretiyle ve yanlışdan dönüp doğruyu kabul etme asaletiyle olacak. Tekrar görüşünceye kadar huzurla kalın. Sevgiler…
Kıvanç Haldız

Devamını Oku

SOKAKLAR VE ZOMBİLER

SOKAKLAR VE ZOMBİLER

20.Ağustos.2024 21:59, I Güncelleme:20 Ağustos 2024 21:59

20.08.2024 21:59, I Güncelleme:20 Ağustos 2024 21:59

Merhaba değerli okur dostlarım,
Bugün hepinizin de farkında olduğunu düşündüğüm bir konuda sohbet etmek istiyorum. Çünkü toplumun hızlı değişim ve dönüşümü gözlerden kaçmıyor olsa gerek. Maalesef ki bu değişim ne toplum ne kişiler adına olumlu değil. Gitgide daha boş, daha öfkeli, daha tembel, daha umutsuz, daha hedefsiz bir toplum…
Öğrenim eksilerde.
Eğitim eksilerde.
Ahlak eksilerde.
Edep eksilerde.
İnanç eksilerde… Bu liste uzar gider ne yazık ki.
Toplumun büyük çoğunluğu yaşam mücadelesiyle savaşta. Zaten okuma, öğrenme , araştırma, sorgulama üzerine ne ilgimiz var nede algımız. Tek düze bir yaşam tarzı benimsemiş , sosyal hayatı kahvehane ve kısır günü dışına çıkmamış insanlar. Eh buralarda da ülke ve dünya gündemi hiç konuşulmaz. Futbol konuşulur, hangi hakem bilmem kaçıncı kez haksızlık etti, penaltılarını vermedi, hangi futbolcu iyi oynadı onlar konuşulur.
Oysa ki yaşadığı ülkenin sosyal ve ekonomik koşullarını yakından takip etse, haklarını bilse, fanatizmden uzak seçimler yapsa, iyi ve kötü koşulların hakemliğini yapsa her şey çok farklı olabilirdi. Vatandaş yönetim için memur tayin ettiği kişileri seçer. Bu seçimden sonra bir sonraki seçime kadar işleyişin hakemliği vatandaşın asli görevidir. Ki rehavete düşen kaybeder. Son yıllarda kafamızı abuk sabuk yayınlara, sosyal medyada müstehcen, küfürlü toplumun ahlaki ve sosyal yapısını erozyona uğratan yayınlarla morfinlenmiş gibiyiz. Gözümüz kendiliğinden kapanıncaya , sabah uyanır uyanmaz ve hatta tuvalette bile elimizde telefonlar. Bilgi için değil sanal mutluluklar için. Hatta çocuklarını bile bu mecrada yem eden aileler var. Atasını korkutup, azarlayıp, af buyrun eşşek şakası yapıp sözde komiklik yapıyorlar. Birileri izliyor onlar da prim yapıyor. Bakın yolda yürürken birbirine toslayan, ana caddeye hiç kontrol etmeden yürüyüp giden, araç içinde telefona bakmaktan trafik ışıklarını kaçıran vs… Velhasıl zombi gibi bir topluma dönüştük. Hareket ediyor, yiyip içiyor, küfrediyor ama yaşamsal faaliyetler yitik. Algı yitik. Kökünden uzak savruk, mutsuz, amaçsız, tembel kimlikler. Fareli köyün kavalcısı öyküsündeki gibi büyülenmiş gibi körü körüne yaşıyoruz. Dünya yıkılsa umurunda değil, dünya yansa ve hatta yakan yada yanan kendisi olsa umurunda değil. Bu durum beni çok ürkütüyor. Genetik yapımıza bile aykırı yaşıyoruz.
Bir an önce herkes kendine gelmeli. En dipten yukarıya kadar…
Bir de dünya yansa bir avuç samanım yanmaz sananlar var. Yanarsak top yekün, çıkarsak top yekün çıkarız. Bizim vatansız yada esaret altında yaşamamız mümkün değil. Yaradılışımıza aykırı. Zombi gibi yaşamaktan vazgeçin, farkedin ve ayılın şu uyuşmuş halinizden. Hızla tükeniyoruz. Kazandaki kurbağa misali yavaş yavaş harladılar ateşi. Son bir hamle sıçrayıp oyunu bozmak var! Uyan milletim uyan! Sana hiç yakışmıyor bu haller…
Güçlü, mutlu, adil, ahlaklı, vicdanlı, yiğit adamların ve kadınların ülkesiydik yine öyle olalım. Sevgimdesiniz ve duamdasınız güzel ülkemin güzel insanları…
KIVANÇ HALDIZ

Devamını Oku

GERÇEK İNSANLAR NEREYE GİTTİLER

GERÇEK İNSANLAR NEREYE GİTTİLER

20.Haziran.2024 00:22, I Güncelleme:20 Haziran 2024 00:22

20.06.2024 00:22, I Güncelleme:20 Haziran 2024 00:22

Merhabalar değerli okur dostlarım,
Uzun zaman önceydi tadı damağımda kalan o güzel günlerin anıları…
Ne güzel insanlar vardı, ruhu başka güzeldi, sözü başka güzel , sohbeti doyumsuz. Özü sözü bir mert insanlar. Güven içinde keyifle yaşardık. Kimseden kimseye zarar gelmezdi. Nadiren biri şaşırıp yoldan çıksa bin pişman olurdu. Dışlanır, utandırılır insan içine çıkamazdı. Akşam hava karardığında çocuklar sokaklarda doyasıya oynamaya devam ederdi. Tüm çocuklar sanki bir annenin çocuğu gibiydi. Komşu anne diye bir kavram vardı. Acıkan susayan komşu anneden isterdi. Gocunmadan acıkana ekmek hazırlardılar. Ya ekmek dilimini hafifçe ıslatıp üzerine toz şeker serperdiler biz ona şekerli ekmek derdik. Ya salçalı ekmek yerdik. Öğle nazlanmazdık onu yemem bunu yemem diye. O zamanlar prensler ve prensesler sadece masallarda yaşardı. Bizler hiç prens ve prenses olmadık. Çamurla oynadık , üstümüzü kirlettik, saklambaç, ip atlamaca, beş taş, yakan top, istop, çelik çomak, evcilik oynadık.
Çamurla oynarken ustalığımız ,hayel gücümüz, el becerilerimiz gelişti.
Saklambaç oynarken strateji yapmayı , geç kalmamayı, yanlış yapınca sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağımızı öğrendik.
İp atlarken koşullara adapte olmayı, aheng ile hareket etmeyi, hani böyle çaktırmadan ipi gerdiren olunca yaptığı haksızlığın bedelini ödeyeceğini öğrendik.
Beş taş oynarken reflekslerimizi geliştirdik.
Yakan top, dokuz kiremit ve çelik çomakta ekip olmayı, birlikte hareket etmeyi öğrendik.
Evcilik oynarken komşuluğu, davranış biçimini öğrendik.
Ellerimiz kirlenince yıkarken annemiz suyla arınmayan kir yoktur. Ama kalbin kirlenince onu arındıramazsın. O yüzden yüreğini de temiz tut derdi. Öğretiye bakar mısınız?
Velhasıl oynarken eğitim aldık. İnsan olmayı öğrendik. Yaramazlık yapınca anne terliğinden nasibimizi, babamızın öğretmenimizin elinden kulağımız çekilerek aklımızı başımıza toplamayı öğrendik. Çalışkan , üretken, sevecen, sabırlı, merhametli, adil ,saygılı, edepli bir nesildik.
Peki ya bu güne gelir isek manzara nedir? Sokakta , yolda, parkta gördüklerinden memnun musun? Prens ve prenseslerin kendi özerkliklerinde disiplinsiz, saygısız, edepsiz yaşamasında kimlerin emeği var? Ayarı kaçırdığımız için ne idiği belirsiz bir kitle oluşturduk. Ne cinsiyet farklılığı var, ne davranış ,konuşmada saygı ne giyim kuşamda edep. Giyinmeyi unutup sokağa fırlamış insanlarla dolu her yer. Çalıp çırpmanın ayıplanmadığı , adil ve adaletli olmanın aptallık sayıldığı , para ve unvan kazandırıyor ise her türlü gayri ahlaki ve gayri yasal yolların tercih edildiği zamanlardayız. Geçmişte bir iki kişinin yaptığı hatayı gizlemez, kişiyi doğru yola getirirdiler. Bu gün mü ? Çoğunluk karanlık tarafta olduğu için ahlaklı , adaletli insanlar ucube gibi dışlanır ve hatta cezalandırılır oldu. Çarklar ters yöne dönüyor. Dostluk, yardımlaşma, gerçek birlik beraberlik yok.
Peki nereye kadar?
Ne zamana kadar?
Kimliğini unutturmak için çabalayanların oltasındaki yeme koşmaya devam edecek misin? Kendini, özünü daha ne kadar kaybedeceksin?
İnsan yetiştiren aileler ve öğretmenler neredesiniz? Sınav kağıdının sonucu kadar değerli olsun çocuklarımızın karakterleri. Kaldı ki kopya çekmenin sayısız yolunu biliyorlar maalesef. Karnenin yanında takdir belgelerini gururla paylaşıyoruz ya hani sizce bu sonuç hak edilmiş gerçek bir başarı mıdır? O halde toplumda etiketi olup liyakati olmayan insanlar neden bu kadar çoğunlukta? Dürüst ve ahlaklı olamayışımız neden? Çok şey var konuşacak.
Neredesiniz geçmişin güzel insanları ?
Tadı damağında kalmış maziyi yad etmek yerine yeniden öz kültürümüze dönelim. Bilmeyenlere öğretelim. Elimizden kayıp giden sadece bu nesil değil ki! Hem geçmiş hem gelecek, hem kültürümüz geleneğimiz, yediklerimiz giydiklerimiz, bayramlarımız duygularımız… YANİ BİZ!
Öz kültürümüze, benliğimize, adalet duygumuza, çalışkan, sorumlu, bilgili, saygılı, okuyan, sorgulayan zamanlarımıza kavuşmayı diliyorum. Güzel günlere…
Sevgiler dostlarım. Tekrar görüşmek dileğiyle…

Devamını Oku

PAMUK İPLİĞİYLE BAĞLANMAK

PAMUK İPLİĞİYLE BAĞLANMAK

20.Nisan.2024 23:21, I Güncelleme:20 Nisan 2024 23:22

20.04.2024 23:21, I Güncelleme:20 Nisan 2024 23:22

Merhabalar değerli okur dostlarım, bu yazımda birbirimizden kopuşlarımız üzerine sohbet edelim istiyorum. Bağlarımız o kadar zayıf ki çıkarımız bittiğinde kendiliğinden kopuyor. Yani ilişkilerimiz gönül bağıyla değil çıkar bağı ile bağlanmış. Düşünün geçmişin ölümüne dostunun yanında olan, koruyan kollayan, mutluluğunda tasasında yanında olan sağlam karakterli insanlarını…
Zaman, her zaman kendi halinde su misali akar gider. Bizler her zamanki gibi kendimiz dışında bir suçlu ararız. Yapmamamız gerekenleri yapıp, yapmamız gerekenleri yapmayışımızın sonuçlarının sorumlusu ta kendimizken ya başkaları yada zamandır.
Zaman değişti…
Zaman kötü…
Bakın hele biz sütten çıkmış ak kaşıklara ki hiç olup bitenlerde parmağımız yok…
Zaman mı bizi bizden uzaklaştırdı? İlişkilerimizin kopukluğu, duygusuzluğu, zihinlerimize mıh gibi çakılan kaliteli yalnızlık olgusunun büyüsü bizim tercih ettiğimiz yaşam tarzı değil mi? Birbirimize selam sabahı kesmemiz, konu komşudan uzaklaşmamız, hastamızdan ölenimizden haberimizin olmayışı bizimle alakalı değil mi? Gönüllerimize ve evlerimize uğratmadığımız yakınlarımızı sosyal medyadan takip ediyoruz. Kupkuru duygusuz mesajlarla acılı günlerine , düğün ve doğum günlerine ayıp olmasın diye yanıt veriyoruz. O kadar ki; emoljiler sayesinde yazma zahmetine girmeden duyguları sembolle ifade ediyoruz.
Peki ya evlerimizde durum nasıl? Birbirimizi duymadan, görmeden, konuşmadan yaşadığımız şu dört duvardan bahsediyorum. Eskiden YUVA derdik biz onun adına. Birbirimizle can cana, yan yana , sarmaş dolaş olduğumuz, birlikte ağlayıp, birlikte güldüğümüz yuvalarımız ve sağlam bağlarımızın olduğu günlerimizin katlini zamana yüklemek en büyük yalan ve haksızlık olmaz mı?
Aile yapımızın altına , geleneklerimizin, göreneklerimizin, öz kültürümüzün altına dinamiti döşediler ve sessizce ayrıştırdılar ,yozlaştırdılar bizi. Bizim de hoşumuza gitti, hiç sesimiz çıkmadı çünkü egomuzu okşayan sözlerle sözde kişilik hakları, kadın hakları, çocuk hakları diye söylemlerle uyuşturuldu toplum. Başkaldıran bireyler birbirleriyle bir oldukları yuvalarını aynı çatı altında yaşayan pansiyonerlere dönüştürdüler. Birbiriyle konuşmayan, birbirini anlamayan, disiplinsiz ve otoritesiz evlerde başıboş ve isyankar bir hayat yaşamaya başladı insanlar. Belki şimdi bazılarınız soracaktır hak sahibi olmanın nesi kötü? Hakların korunması zorunluluktur. Bu söylemlerle aile içinde saygı, kural , bağ kalmadı. Her birey kendi krallığını ilan etti. Böylelikle güç çatışmaları başladı. Eşler arasındaki çocuklara örnek olan sıcak davranışlar buharlaştı. Örneğin baba eve geldiğinde kapıda karşılanırdı, hoş geldin denirdi. Çocuklar yayılmış oturuyorsa toparlanır saygısını gösterirdi.
Ehh bugün onca sözde verilen hakların hangisi gerçek haklarınızı koruyor ? Vicdan doğuştan sahip olduğumuz bir olgudur ama ahlak büyürken nakış gibi işlenir insan ruhuna. Gördükleri, duydukları, tecrübe ettikleri , yaşadığı ortamdaki davranışların etkisiyle kişilik bir yöne doğru evrilir. Demek ki birbirimizden, geleneksel aile yapımızdan koptukça , başıboş hoyrat yaşantılara meylettik. Çocuklar ana babaya hükmediyor, otoritesiz ve disiplinsiz büyüyor ve sorumsuz asi bir toplumu oluşturuyor. Eşler birbirinden uzak. Aynı evde yaşamak hatta aynı koltukta oturmak insanı birbirine yakın yapmaz. Seven insan için nasıl mesafe yoksa bağları zayıf insanlar için de yanyana olmanın bir anlamı yoktur. Toplumdaki bozulmaların önüne geçmek için geleneksel kültürümüzü yeniden tanımalı ve aile yapımızı saygı, sevgi ve gönül bağı olan yuvalara dönüştürmeliyiz. Geçmişte uzun ömürlü evlilikler varken günümüzde bir düş görümü ömrü olan evlilikler var. Eskiden evlerini yuva yapmak için elele gönül gönüle yıllarca çalışırken, bu gün eksiksiz ev döşeyip evlendirilen çocuklarımız evliliklerini altı ay ile üç yıl arası zor sürdürebilmekte. Çünkü birbirine gönül bağıyla bağlanmadan sadece cinsel çekim dürtüsüyle evleniyorlar ve en ufak zorlukta fedakarlık yapmak yerine ‘benden bu kadar’ deyip noktayı koyuveriyorlar. Bunda İNSAN YETİŞTİRMEK YERİNE PRENS VE PRENSESLER YETİŞTİRMEMİZİN DE PAYI BÜYÜK.
Toplumun her kesiminde birbirimizi anlamadığımız, yeterli saygıyı ve sevgiyi göstermediğimiz, ahlaki yönden zayıf olduğumuz artık gözden kaçmıyor. Kuralsız, zorba, bilgisiz, görünürde insan olan ama insani vasıf ve değerleri yetersiz insanların varlığı tartışılmaz bile.
Toplum olarak tekrar özümüze acilen dönmek, kültürümüzü , geleneklerimizi hayatımıza dahil etmeliyiz. Pamuk ipliğine bağlı ilişkiler hepimizi uçuruma sürükler. Sevgi ,saygı, birlik beraberlik içinde yaşadığımız mutlu bugünlerimiz ve yarınlarımız olsun. Sevgiyle kalın.

Devamını Oku