20 Ağustos 2024 Salı
Dilan Polat ve Engin Polat davasında yeni gelişme
Erdoğan’dan asgari ücret, memur ve emekli maaşı açıklaması
Silivri Adliyesi'ni alarma geçiren silahlı şüpheli gözaltına alındı
İlber Ortaylı 'sümüklüleri' yazdı: Doğru bilinen yanlış
FBI Hamas’ı fırsat bildi
20.Ağustos.2024 21:59, I Güncelleme:20 Ağustos 2024 21:59
Merhaba değerli okur dostlarım,
Bugün hepinizin de farkında olduğunu düşündüğüm bir konuda sohbet etmek istiyorum. Çünkü toplumun hızlı değişim ve dönüşümü gözlerden kaçmıyor olsa gerek. Maalesef ki bu değişim ne toplum ne kişiler adına olumlu değil. Gitgide daha boş, daha öfkeli, daha tembel, daha umutsuz, daha hedefsiz bir toplum…
Öğrenim eksilerde.
Eğitim eksilerde.
Ahlak eksilerde.
Edep eksilerde.
İnanç eksilerde… Bu liste uzar gider ne yazık ki.
Toplumun büyük çoğunluğu yaşam mücadelesiyle savaşta. Zaten okuma, öğrenme , araştırma, sorgulama üzerine ne ilgimiz var nede algımız. Tek düze bir yaşam tarzı benimsemiş , sosyal hayatı kahvehane ve kısır günü dışına çıkmamış insanlar. Eh buralarda da ülke ve dünya gündemi hiç konuşulmaz. Futbol konuşulur, hangi hakem bilmem kaçıncı kez haksızlık etti, penaltılarını vermedi, hangi futbolcu iyi oynadı onlar konuşulur.
Oysa ki yaşadığı ülkenin sosyal ve ekonomik koşullarını yakından takip etse, haklarını bilse, fanatizmden uzak seçimler yapsa, iyi ve kötü koşulların hakemliğini yapsa her şey çok farklı olabilirdi. Vatandaş yönetim için memur tayin ettiği kişileri seçer. Bu seçimden sonra bir sonraki seçime kadar işleyişin hakemliği vatandaşın asli görevidir. Ki rehavete düşen kaybeder. Son yıllarda kafamızı abuk sabuk yayınlara, sosyal medyada müstehcen, küfürlü toplumun ahlaki ve sosyal yapısını erozyona uğratan yayınlarla morfinlenmiş gibiyiz. Gözümüz kendiliğinden kapanıncaya , sabah uyanır uyanmaz ve hatta tuvalette bile elimizde telefonlar. Bilgi için değil sanal mutluluklar için. Hatta çocuklarını bile bu mecrada yem eden aileler var. Atasını korkutup, azarlayıp, af buyrun eşşek şakası yapıp sözde komiklik yapıyorlar. Birileri izliyor onlar da prim yapıyor. Bakın yolda yürürken birbirine toslayan, ana caddeye hiç kontrol etmeden yürüyüp giden, araç içinde telefona bakmaktan trafik ışıklarını kaçıran vs… Velhasıl zombi gibi bir topluma dönüştük. Hareket ediyor, yiyip içiyor, küfrediyor ama yaşamsal faaliyetler yitik. Algı yitik. Kökünden uzak savruk, mutsuz, amaçsız, tembel kimlikler. Fareli köyün kavalcısı öyküsündeki gibi büyülenmiş gibi körü körüne yaşıyoruz. Dünya yıkılsa umurunda değil, dünya yansa ve hatta yakan yada yanan kendisi olsa umurunda değil. Bu durum beni çok ürkütüyor. Genetik yapımıza bile aykırı yaşıyoruz.
Bir an önce herkes kendine gelmeli. En dipten yukarıya kadar…
Bir de dünya yansa bir avuç samanım yanmaz sananlar var. Yanarsak top yekün, çıkarsak top yekün çıkarız. Bizim vatansız yada esaret altında yaşamamız mümkün değil. Yaradılışımıza aykırı. Zombi gibi yaşamaktan vazgeçin, farkedin ve ayılın şu uyuşmuş halinizden. Hızla tükeniyoruz. Kazandaki kurbağa misali yavaş yavaş harladılar ateşi. Son bir hamle sıçrayıp oyunu bozmak var! Uyan milletim uyan! Sana hiç yakışmıyor bu haller…
Güçlü, mutlu, adil, ahlaklı, vicdanlı, yiğit adamların ve kadınların ülkesiydik yine öyle olalım. Sevgimdesiniz ve duamdasınız güzel ülkemin güzel insanları…
KIVANÇ HALDIZ
20.Haziran.2024 00:22, I Güncelleme:20 Haziran 2024 00:22
Merhabalar değerli okur dostlarım,
Uzun zaman önceydi tadı damağımda kalan o güzel günlerin anıları…
Ne güzel insanlar vardı, ruhu başka güzeldi, sözü başka güzel , sohbeti doyumsuz. Özü sözü bir mert insanlar. Güven içinde keyifle yaşardık. Kimseden kimseye zarar gelmezdi. Nadiren biri şaşırıp yoldan çıksa bin pişman olurdu. Dışlanır, utandırılır insan içine çıkamazdı. Akşam hava karardığında çocuklar sokaklarda doyasıya oynamaya devam ederdi. Tüm çocuklar sanki bir annenin çocuğu gibiydi. Komşu anne diye bir kavram vardı. Acıkan susayan komşu anneden isterdi. Gocunmadan acıkana ekmek hazırlardılar. Ya ekmek dilimini hafifçe ıslatıp üzerine toz şeker serperdiler biz ona şekerli ekmek derdik. Ya salçalı ekmek yerdik. Öğle nazlanmazdık onu yemem bunu yemem diye. O zamanlar prensler ve prensesler sadece masallarda yaşardı. Bizler hiç prens ve prenses olmadık. Çamurla oynadık , üstümüzü kirlettik, saklambaç, ip atlamaca, beş taş, yakan top, istop, çelik çomak, evcilik oynadık.
Çamurla oynarken ustalığımız ,hayel gücümüz, el becerilerimiz gelişti.
Saklambaç oynarken strateji yapmayı , geç kalmamayı, yanlış yapınca sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağımızı öğrendik.
İp atlarken koşullara adapte olmayı, aheng ile hareket etmeyi, hani böyle çaktırmadan ipi gerdiren olunca yaptığı haksızlığın bedelini ödeyeceğini öğrendik.
Beş taş oynarken reflekslerimizi geliştirdik.
Yakan top, dokuz kiremit ve çelik çomakta ekip olmayı, birlikte hareket etmeyi öğrendik.
Evcilik oynarken komşuluğu, davranış biçimini öğrendik.
Ellerimiz kirlenince yıkarken annemiz suyla arınmayan kir yoktur. Ama kalbin kirlenince onu arındıramazsın. O yüzden yüreğini de temiz tut derdi. Öğretiye bakar mısınız?
Velhasıl oynarken eğitim aldık. İnsan olmayı öğrendik. Yaramazlık yapınca anne terliğinden nasibimizi, babamızın öğretmenimizin elinden kulağımız çekilerek aklımızı başımıza toplamayı öğrendik. Çalışkan , üretken, sevecen, sabırlı, merhametli, adil ,saygılı, edepli bir nesildik.
Peki ya bu güne gelir isek manzara nedir? Sokakta , yolda, parkta gördüklerinden memnun musun? Prens ve prenseslerin kendi özerkliklerinde disiplinsiz, saygısız, edepsiz yaşamasında kimlerin emeği var? Ayarı kaçırdığımız için ne idiği belirsiz bir kitle oluşturduk. Ne cinsiyet farklılığı var, ne davranış ,konuşmada saygı ne giyim kuşamda edep. Giyinmeyi unutup sokağa fırlamış insanlarla dolu her yer. Çalıp çırpmanın ayıplanmadığı , adil ve adaletli olmanın aptallık sayıldığı , para ve unvan kazandırıyor ise her türlü gayri ahlaki ve gayri yasal yolların tercih edildiği zamanlardayız. Geçmişte bir iki kişinin yaptığı hatayı gizlemez, kişiyi doğru yola getirirdiler. Bu gün mü ? Çoğunluk karanlık tarafta olduğu için ahlaklı , adaletli insanlar ucube gibi dışlanır ve hatta cezalandırılır oldu. Çarklar ters yöne dönüyor. Dostluk, yardımlaşma, gerçek birlik beraberlik yok.
Peki nereye kadar?
Ne zamana kadar?
Kimliğini unutturmak için çabalayanların oltasındaki yeme koşmaya devam edecek misin? Kendini, özünü daha ne kadar kaybedeceksin?
İnsan yetiştiren aileler ve öğretmenler neredesiniz? Sınav kağıdının sonucu kadar değerli olsun çocuklarımızın karakterleri. Kaldı ki kopya çekmenin sayısız yolunu biliyorlar maalesef. Karnenin yanında takdir belgelerini gururla paylaşıyoruz ya hani sizce bu sonuç hak edilmiş gerçek bir başarı mıdır? O halde toplumda etiketi olup liyakati olmayan insanlar neden bu kadar çoğunlukta? Dürüst ve ahlaklı olamayışımız neden? Çok şey var konuşacak.
Neredesiniz geçmişin güzel insanları ?
Tadı damağında kalmış maziyi yad etmek yerine yeniden öz kültürümüze dönelim. Bilmeyenlere öğretelim. Elimizden kayıp giden sadece bu nesil değil ki! Hem geçmiş hem gelecek, hem kültürümüz geleneğimiz, yediklerimiz giydiklerimiz, bayramlarımız duygularımız… YANİ BİZ!
Öz kültürümüze, benliğimize, adalet duygumuza, çalışkan, sorumlu, bilgili, saygılı, okuyan, sorgulayan zamanlarımıza kavuşmayı diliyorum. Güzel günlere…
Sevgiler dostlarım. Tekrar görüşmek dileğiyle…
20.Nisan.2024 23:21, I Güncelleme:20 Nisan 2024 23:22
Merhabalar değerli okur dostlarım, bu yazımda birbirimizden kopuşlarımız üzerine sohbet edelim istiyorum. Bağlarımız o kadar zayıf ki çıkarımız bittiğinde kendiliğinden kopuyor. Yani ilişkilerimiz gönül bağıyla değil çıkar bağı ile bağlanmış. Düşünün geçmişin ölümüne dostunun yanında olan, koruyan kollayan, mutluluğunda tasasında yanında olan sağlam karakterli insanlarını…
Zaman, her zaman kendi halinde su misali akar gider. Bizler her zamanki gibi kendimiz dışında bir suçlu ararız. Yapmamamız gerekenleri yapıp, yapmamız gerekenleri yapmayışımızın sonuçlarının sorumlusu ta kendimizken ya başkaları yada zamandır.
Zaman değişti…
Zaman kötü…
Bakın hele biz sütten çıkmış ak kaşıklara ki hiç olup bitenlerde parmağımız yok…
Zaman mı bizi bizden uzaklaştırdı? İlişkilerimizin kopukluğu, duygusuzluğu, zihinlerimize mıh gibi çakılan kaliteli yalnızlık olgusunun büyüsü bizim tercih ettiğimiz yaşam tarzı değil mi? Birbirimize selam sabahı kesmemiz, konu komşudan uzaklaşmamız, hastamızdan ölenimizden haberimizin olmayışı bizimle alakalı değil mi? Gönüllerimize ve evlerimize uğratmadığımız yakınlarımızı sosyal medyadan takip ediyoruz. Kupkuru duygusuz mesajlarla acılı günlerine , düğün ve doğum günlerine ayıp olmasın diye yanıt veriyoruz. O kadar ki; emoljiler sayesinde yazma zahmetine girmeden duyguları sembolle ifade ediyoruz.
Peki ya evlerimizde durum nasıl? Birbirimizi duymadan, görmeden, konuşmadan yaşadığımız şu dört duvardan bahsediyorum. Eskiden YUVA derdik biz onun adına. Birbirimizle can cana, yan yana , sarmaş dolaş olduğumuz, birlikte ağlayıp, birlikte güldüğümüz yuvalarımız ve sağlam bağlarımızın olduğu günlerimizin katlini zamana yüklemek en büyük yalan ve haksızlık olmaz mı?
Aile yapımızın altına , geleneklerimizin, göreneklerimizin, öz kültürümüzün altına dinamiti döşediler ve sessizce ayrıştırdılar ,yozlaştırdılar bizi. Bizim de hoşumuza gitti, hiç sesimiz çıkmadı çünkü egomuzu okşayan sözlerle sözde kişilik hakları, kadın hakları, çocuk hakları diye söylemlerle uyuşturuldu toplum. Başkaldıran bireyler birbirleriyle bir oldukları yuvalarını aynı çatı altında yaşayan pansiyonerlere dönüştürdüler. Birbiriyle konuşmayan, birbirini anlamayan, disiplinsiz ve otoritesiz evlerde başıboş ve isyankar bir hayat yaşamaya başladı insanlar. Belki şimdi bazılarınız soracaktır hak sahibi olmanın nesi kötü? Hakların korunması zorunluluktur. Bu söylemlerle aile içinde saygı, kural , bağ kalmadı. Her birey kendi krallığını ilan etti. Böylelikle güç çatışmaları başladı. Eşler arasındaki çocuklara örnek olan sıcak davranışlar buharlaştı. Örneğin baba eve geldiğinde kapıda karşılanırdı, hoş geldin denirdi. Çocuklar yayılmış oturuyorsa toparlanır saygısını gösterirdi.
Ehh bugün onca sözde verilen hakların hangisi gerçek haklarınızı koruyor ? Vicdan doğuştan sahip olduğumuz bir olgudur ama ahlak büyürken nakış gibi işlenir insan ruhuna. Gördükleri, duydukları, tecrübe ettikleri , yaşadığı ortamdaki davranışların etkisiyle kişilik bir yöne doğru evrilir. Demek ki birbirimizden, geleneksel aile yapımızdan koptukça , başıboş hoyrat yaşantılara meylettik. Çocuklar ana babaya hükmediyor, otoritesiz ve disiplinsiz büyüyor ve sorumsuz asi bir toplumu oluşturuyor. Eşler birbirinden uzak. Aynı evde yaşamak hatta aynı koltukta oturmak insanı birbirine yakın yapmaz. Seven insan için nasıl mesafe yoksa bağları zayıf insanlar için de yanyana olmanın bir anlamı yoktur. Toplumdaki bozulmaların önüne geçmek için geleneksel kültürümüzü yeniden tanımalı ve aile yapımızı saygı, sevgi ve gönül bağı olan yuvalara dönüştürmeliyiz. Geçmişte uzun ömürlü evlilikler varken günümüzde bir düş görümü ömrü olan evlilikler var. Eskiden evlerini yuva yapmak için elele gönül gönüle yıllarca çalışırken, bu gün eksiksiz ev döşeyip evlendirilen çocuklarımız evliliklerini altı ay ile üç yıl arası zor sürdürebilmekte. Çünkü birbirine gönül bağıyla bağlanmadan sadece cinsel çekim dürtüsüyle evleniyorlar ve en ufak zorlukta fedakarlık yapmak yerine ‘benden bu kadar’ deyip noktayı koyuveriyorlar. Bunda İNSAN YETİŞTİRMEK YERİNE PRENS VE PRENSESLER YETİŞTİRMEMİZİN DE PAYI BÜYÜK.
Toplumun her kesiminde birbirimizi anlamadığımız, yeterli saygıyı ve sevgiyi göstermediğimiz, ahlaki yönden zayıf olduğumuz artık gözden kaçmıyor. Kuralsız, zorba, bilgisiz, görünürde insan olan ama insani vasıf ve değerleri yetersiz insanların varlığı tartışılmaz bile.
Toplum olarak tekrar özümüze acilen dönmek, kültürümüzü , geleneklerimizi hayatımıza dahil etmeliyiz. Pamuk ipliğine bağlı ilişkiler hepimizi uçuruma sürükler. Sevgi ,saygı, birlik beraberlik içinde yaşadığımız mutlu bugünlerimiz ve yarınlarımız olsun. Sevgiyle kalın.
24.Mart.2024 09:21, I Güncelleme:24 Mart 2024 09:23
Uyan ey milletim uyuma yeter
Kaldır o mağrur başını kaldır.
İstikbalin imdat diye bağırır
Susma artık bir haykır!
Nice halden hallere düştün
Özünden soyunup çukura düştün
Terlemeden ekmek yenir mi sandın?
Bedava hayat vadedenlere sen niye kandın?
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Ahlak, namus, vicdan kalmadı bitti
Edepli kadınlar, yiğit adamlar
Dizi senaryolarında kaybolup gitti
Ar damarı çatlayalı milletin
Şeytan bile bu diyarı terketti.
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Yalan dolan bilgilere inandın
Atanın kültürünü cehalet sandın
Bir zamanlar toprağına taş eksen biterdi
Zehir ata ata toprak da öldü.
Şimdi ise toprak kısır, dal kısır, akıl kısır
Azaldı sofranda mis kokulu helal azığın
Farkında değilsin hala yedirilen kazığın
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Elinde telefon yolu görmezsin
Bir soru sorsam cevabını bilmezsin
Lakin her konuda ahkam kesersin
Düşme miskinliğe sakın yok olursun
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Yetmişiki millet doldu vatana
Saygın kalmadı ne çocuğa, ne kadına, ne atana
Ödenmez borcun var bu vatan uğruna toprak altında yatana
Uyan ey milletim uyuma yeter !
Müslümanım dersin dinin bilmezsin
Orta yerde çoktur namus bekçisi
Perde arkasında şeytan rehberin
Son zamanlar tek paraya taparsın
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Kanın mı bozuldu sütün mü bozuk?
Sofranda azaldı bol olan azık.
Özünden çok uzaklaştın sen yazık
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Kadınlar dönüştü bir garip hale
Beğenmez kendini estetik çare
Tırnaklar tırnak değil oldu bir pençe
Tencere kaynamıyor dışardan söyle
Elleri hamur kokardı anaların
Tarhana yoğurur turşu kurardı
Akşam çocuğuna, eşine sofra kurardı
Nereye gitti bu hünerli kadınlar?
Erkek ekmeğine alın teri dökerdi
Evine helal lokma ile dönerdi
Yoktu hilesi işinin bereketi çoktu aşının
Bu yiğit adamlar nereye gitti?
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Evlerde ötmez oldu terbiye, saygı düdüğü
Küçükler saymaz oldu büyüğü
Elinde telefon tik tok geğiyi
Çıkmaz yola çevirdiniz rotayı
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Dünyadan haberin yok neler oluyor
Sen dizi izlerken ömrün yanıyor
Perde mi indi şahin gözüne?
Kanma sistemin zehirleyen sözüne
Silkelen uyan dön artık özüne
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Kıvanç söyler sözü dinleyen var mı?
Miskin olma, korkak olma, zalim olma
Miskin insan üretmezse aç kalır
Düşmanın elinde oyuncak olur.
Korkak insan dik durmaz ise köle olur
Zalim insan kul hakkı yer, ah alır
Hiçbiri yakışmaz senin özüne
Geri dön tertemiz imanına, asil kanına
Çıkmak zorundasın öz benliğinle yarına
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Sözüne dikkat et yalan olmasın,
Aşına dikkat et haram olmasın,
Tavrına dikkat et gönül kırmasın,
Seçtiğine dikkat et cehennemin olmasın.
Uyan ey milletim uyuma yeter!
Harıl harıl çalışalım üretelim yeniden
Nasır tutacaksa tutsun elimiz,
Yeter bıktık kötü sözler söylemesin dilimiz
Bolluk olsun, coşku olsun, şen olsun ilimiz
Kenetlenin tertemiz ana sütünüzün hatrına
Coştur damarındaki asil kanı ey halkım
UYUMA EY MİLLETİM UYUMA YETER,
KALK AYAĞA HEYBETİNİ BİR GÖSTER!
KIVANÇ HALDIZ
Değerli okurlarım bu hafta şiirimle gönüllerinize misafir olmak istedim. Umarım beğenirsiniz. Sevgiyle kalın. Güzel günlere…
13.Mart.2024 08:04, I Güncelleme:13 Mart 2024 09:13
Merhabalar değerli okur dostlarım, bu kavuşmamızdaki sohbetimiz kader deyip yükü üzerimizden atıverdiğimiz seçimlerimiz üzerine olsun. Aslında baktığımızda toplumda bir kaderciliktir gidiyor. Hangi işi ters gitse suçu kaderindedir. Oysa kader dediğimiz şey tamamen bizim seçimlerimizin sonucunun hayat yolumuzu şekillendirmesidir. Yaptığımız her seçim günümüzün, aylarımızın, yıllarımızın ve hatta ömrümüzün rotasını belirler. Seçimlerimiz toprağa düşen tohum gibidir. Maalesef ki seçimlerimizin yolumuzu nereye çıkaracağını ilk başlarda pek de anlamayız. Çünkü bazen hesapsızca bazen de bir hesabın neticesinde seçim yaparız. Hesaplı yada hesapsız olsun seçim yanlışsa tıpkı bir kurşun gibi geri teper ve seni vurur. Öyle seçimler yaparız ki bazen sadece senin değil ülkenin kaderi olur.
Eş seçerken belki kaşı gözü, boyu posu, zenginliği ile kendini ikna edersin. Sonra hiç akıl etmediğin karakter devreye girer. Birde bakarsın ki, yaptığın yanlış seçim hayatını kabusa çevirmiş. Tercih ettiğin, ayılıp bayıldığın o tüm vasıflar aslında mutluluk için doğru seçim değilmiş. Gözden kaçırdığın şey uyum ve karakter yapısıydı. Demek ki eş seçerken en başta karakterine bakacaksın. Kişinin karakteri burada tohumu temsil eder. O tohumun köklenip büyürken sana diken mi olacak gül mü bu önemli. Endamına ve cüzdanına bakarak yapılan seçimler sizi kaderine suç atan biri yapar. Oysa kalem senin elindeydi ve seçimi yapan sendin.
İş seçerken de çoğunlukla en çok para kazandıracağına inandığın işi seçersin. Ya da puanının yettiği okulu sırf bir okuldan diploman olsun diye seçersin. Bu seçimler de sana hiç iyi gelmez çünkü burada yine kendi duygularını, becerilerini, ruhen yatkınlığını hiç aklına getirmedin bile. Oysa severek yaptığın işte hem mutlu olursun, hem gelişirsin. Seninle çalışanlara da bu pozitif enerji geçer. Bugün pek çok işte pek çok kişi mutsuz ve yetkinliği olmadığı işleri yapıyor. Bu durumda hem kendi hem muhatapları olumsuz etkileniyor. İşinin hakkını veremeyen biri ile hak ettiği yeri ve değeri bulamayan kişinin topluma verebileceği katkı sınırlıdır. Severek yapabileceğin işi seçmek mutluluğuna katkı sağlar. Demek ki kaderin yine seçimlerine bağlı.
Birde bir seçim var ki bence en önemli seçim budur. Çünkü sadece senin değil tüm ülkenin bugünü ve yarınının kaderini belirler. Bireysel hataların burada toplumsal kaderin akışını, yönünü belirlediğini unutmamalı. Aslında en çok kültür, bilgi, vizyon gerektiren bir seçim… En önemli seçim. Bu seçimi yaparken çok çok akılcı karar vermelisin. Tutuculuk, fanatizm, çıkar sağlamak uğruna yanlış kararlar vermemelisin. Elli yıl boyunca gözlemlediğim , yapılan seçimlerin sonuçlarını gördüğüm, çıkar için insanların ne kadar karanlık olabildiğini gördüğüm ve toplumsal olarak gelmemiz gereken noktalara gelemeyişimizi gözlemlediğim uzun bir zaman dilimi yaşadım. Bir çift ayakkabı için oy vereni gördüm. Sonu gelmeyen vaatler vaatler vaatler…Peki nedir size vadedilen?
Daha ulaşılır koşullar mı? Gıda, giyim, sağlık, ulaşım, haberleşme, eğitim ve insani yaşam koşulları…
Ben seçen olduğuma göre hiçbir zaman altın gibi değeri düşmeyenim. Seçim sürecine girince yüzünü görmediğimiz ve bir daha görme ihtimalimiz olmadığı kişileri görüyoruz. Onların vadettikleri ve bir hayalden öte gitmeyeceğini bildiğimiz ,ikna çabalarına bazan aldanılır. Kişinin ahlaki ve vicdani seviyesine, vizyonuna, dünya görüşüne bakmayız bile. Boylu poslu diye oy verenleri biliyorum. Yada anam deyip elini öpmüştür oy verir.
Son günlerde seçim vaadlerine bakınca kıyasıya bir rekabet içindeler. Biri 1000tl yardım sözü veriyorsa diğeri 5000 tl veriyor. Et parası, süt parası, yol parasıdır gidiyor. Peki durup düşünen var mı bu durumu? Nasıl yorumluyorsunuz? Ben maaşlı memurlarımın dilinde pazarlık konusu neden oluyorum diye düşünüyor musunuz? Dilenci muamelesini reddedip ‘ SİZ BİZİM EKONOMİK VE SOSYAL DURUMUMUZU DÜZELTİN. BİZ ETİMİZİ KENDİ PARAMIZLA ALIR, BİLETİMİZİ KENDİ PARAMIZLA ALIR MEMLEKETE GİDERİZ’ demeyi mi kendinize yakıştırırsınız?
Değerli Türk milleti, ASİL TÜRK MİLLETİ unutma ki seçimlerimiz kaderimiz olur. Doğru seçimler refah içinde , yeterli gelir ile insanca yaşama hakkı verirken tam tersi seçimler yokluk, yoksulluk, çaresizlik içinde debelendiğin, istediğini alıp yiyemediğin, istediğini alıp giyemediğin, gezemediğin kısaca insanca yaşayamadığın bir hayatı kendine kader bellersin .Unutmayın ki kader dediğimiz SEÇİMLERİMİZ…
İşimizi,
Eşimizi,
Yöneticilerimizi doğru seçimler yapmalıyız. Doğru seçimler en güzel kaderi kendiniz yazdığınız ve mutlulukla yaşamayı seçmenizdir. Dünyada olup bitenlerden haberdar olun. Fotoğrafın arka tarafına da bakmayı alışkanlık edinin. Çünkü hiçbir şey göründüğünün aslı değildir, her şey göründüğünün tersi olabilir. İrdelemek, araştırmak, sentezleyip aklın süzgecinden geçirmek mutlu bir iş hayatı, mutlu bir evlilik, mutlu bir toplum olmamızı sağlar. Sizleri seviyorum ve en mutlu , en sağlıklı, en varlıklı günleri hepimiz için temenni ediyorum. Sevgilerimle…