DOLAR 35,4999 0%
EURO 36,4154 0.3%
ALTIN 3.047,470,34
BITCOIN 33649230,71%
İstanbul

HAFİF YAĞMUR

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Emre Kaptan

Emre Kaptan

31 Aralık 2024 Salı

Halep-Hama ve Ötesi

31.Aralık.2024 14:29, I Güncelleme:31 Aralık 2024 14:29

31.12.2024 14:29, I Güncelleme:31 Aralık 2024 14:29

Emperyalistler, Suriye’de ikinci cepheyi açarak savaşı bir üst aşamaya yükselttiler. Halep düştü. Hama ve Dera kapılarına dayandı dinci faşist çeteler.

Saldırı, Türkiye’nin aktif planlama ve desteğiyle gerçekleşti. Bu saldırının hem planlayıcısı, hem lojistik cephe gerisi Türkiye’dir. Kuşkusuz bunu tek başına yapmış değil. NATO çerçevesinde hazırlanan bir saldırı bu. Zira Halep saldırısı başlamadan önce İsrail, yoğun bir şekilde Hizbullah’ı vurdu. Suriye içinde hemen her gün askeri hedeflere füzelerle saldırdı. Bu süre zarfında Türkiye, çetelere muazzam silah ve mühimmat akıttı. Hava savunma sistemlerini ve elektronik harp sistemlerini İdlib bölgesine getirdi. Tüm göstergeler, Suriye’nin yeniden bir cephe olacağını gösteriyordu.
Derken faşist Bahçeli’nin “umut hakkı”, “Öcalan Meclis’te konuşsun” çıkışı geldi. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi bu çıkışın arkasında planları çoktan yapılmış olan Suriye savaşı vardı. Türkiye, dinci faşist çeteler üzerinden Halep’e, hatta daha ötesine, Hama ve Dera’ya, en nihayetinde Şam’a ulaşma, “Emevi Camii’nde Cuma namazı kılma” hayallerini yeniden canlandırmaktaydı.
En sonu NATO’nun yeni genel sekreteri Rutte Ankara’yı ziyaret etti. Ardından siyonist İsrail, Lübnan’da ABD aracılığıyla ateşkesi kabul etti. Son gözden geçirmeler de yapıldıktan sonra harekete geçildi.
Suriye ordusu bu şok saldırı karşısında bir varlık gösteremedi. Motivasyon olarak zayıf olduğu çarçabuk anlaşıldı. Halep terkedildi. Rusya, Suriye ordusuna “Hama’da tutunun ve zaman kazanın” diye çıkıştı. Dünden beri Hama’ya yığınak yapan Suriye ordusu, Hama’nın kuzey eteklerine kadar gelen dinci faşist çeteleri püskürttü. Aynı zamanda Rusya uzay ve hava kuvvetleri dinci faşist çetelere karşı yoğun bombardımanlara girişti. İdlib, Halep, ElBab ve diğer taraflarda gerçekleştirilen hava akınları sonucu faşistler ağır kayıplar verdiler. ElNusra’nın faşist şefi Colani’nin bulunduğu bölge de vuruldu. Rusya bu faşistin ölmüş olabileceğini söylüyor. İddia dinci faşist çeteler tarafından ne doğrulandı ne de yalanlandı. Gün içinde Kernaz, Halfiye, Murek, ElFetatira, ElTancara ve ElAmekeh bugün tekrar Suriye ordusunun eline geçti. Bölgedeki yüksek tepelere de Suriye ordu birlikleri konuşlandı.
Dinci faşist çeteleri hazırlayıp harekete geçiren Türkiye ve emperyalistler, büyük bir medya desteği ile tam bir kargaşalık yaratmak istedi. Binbir türlü yalan haber servis edildi. Şam’da darbe haberleri, Hama ve Dera’nın düştüğü vs. akla gelebilecek ne varsa ortalığa saçıldı. Tıpkı IŞİD ve son dönemde Ukrayna saldırılarında yaptıkları gibi, bu yoğun propaganda ile karşı saflarda bir dağınıklık, dirençlerinin ve umutlarının kırılması vb. hedeflendi. Sonuçta belirli oranda başarılı oldukları kesin.
Suriye Demokratik Güçleri tehdit altındaki Şeyh Maksud, Zehra ve Nubl’a, TSK işgal bölgelerinin güneyinden birlik gönderdi. Böylece bu bölgelerle Özerk Yönetim bölgeleri arasında bir koridor yaratılmış oldu. Sabah TSK destekli dinci faşist çeteler (“Suriye Milli Ordusu”), “Özgürlük Şafağı” adını verdikleri saldırıyı başlattı. Kürt güçlerin dinci faşist çetelere karşı savaşa girişmesi, Şam ile Özerk Yönetim arasında nesnel bir ittifaka kapı açmış oldu. Özerk Yönetim Rusya’ya da çetelerin ilerleyişini durdurma konusunda açık çağrı yaptı. Daha önce M. Ayata’nın açıklamalarıyla da birleştirince, Türkiye destekli dinci faşist çetelere ve emperyalist saldırganlığa karşı mücadelede son derece olumlu sonuçların çıkması kuvvetle muhtemeldir.
Sonuçta “şok saldırı”, nihai hedefine ulaşamadı. Halep ele geçirilmiş olsa da Hama kapılarından geri dönmek zorunda kaldılar. Rusya, bu defa TSK resmi işgalindeki bölgeleri de bombaladı. Bu, doğrudan doğruya Türkiye’ye sert bir mesajdı.
Bugün artık açık bir şekilde görülüyor. Emperyalist mali oligarşi, tüm dünyada faşist kuvvetleri harekete geçirdi. Bütün dünyada emek cephesi, halkçı demokratik yönetimler, sosyalist ülkeler hedef alınıyor. Küresel faşist saldırganlığa karşı küresel bir antifaşist savaş gelişiyor.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti-Rusya-Çin Halk Cumhuriyeti arasında gelişen ilişkiler, emperyalizme ve faşizme karşı bir cephenin yükselişini haber veriyor. Artık emperyalistlerin savaş başlattığı her ülkede bunun işaretlerini görüyoruz. Suriye’de sadece bir emperyalist saldırganlık yok; bu saldırganlığa karşı savaş sahasında oluşan bir antiemperyalist-antifaşist cepheyi haber veren işaretler de var.

Devamını Oku

Suriye Sorununda Proleter Politika

Suriye Sorununda Proleter Politika

23.Aralık.2024 12:18, I Güncelleme:23 Aralık 2024 12:18

23.12.2024 12:18, I Güncelleme:23 Aralık 2024 12:18

Suriye, düşmanları dahil, kimsenin beklemediği bir anda ve hızda yıkıldı. Öncesi bir yana, modern tarihi yüzyılı geçen bir devletin bu hızla yıkılması, doğal olarak, tartışmaları da beraberinde getirdi. Nasıl ve neden olmuştu bu yıkım sorularına verilen yanıtlar, her taraf ve kesimde olduğu gibi, komünist ve devrimci partiler arasında da tartışmalara yol açacak gibi görünüyor.

I- Soruna Doğru Yaklaşım

Önce, her türlü yanlış anlama ve yorumun önüne geçmek için şunun altını çizelim: Emperyalizme, Arap gericiliğine, Türkiye’ye ve onların besleyip sahaya sürdükleri dinci faşist çetelere karşı savaşında Suriye devletinin desteklenmesi gerekli ve doğru bir politikaydı. Türkiye ve Kürdistan devrimci komünistleri başından beri bu çizgiyi savundular ve gereklerini yerine getirdiler.

Fakat, emperyalizme ve gericiliğe karşı verilen bu savaşta Suriye devletinin desteklenmesi, Suriye ordusunun düşmanları karşısında zafer kazanmasını istemek ve bu yönde bir politik çizgi izlemek ne anlama geliyordu? Bu, Suriye’deki politik iktidarın koşulsuz desteklenmesi anlamına mı geliyordu; ya da öyle mi olmalıydı?

Kuşkusuz hayır! Komünistler, böyle durumlarda -ve esasında her zaman- sınıfsal bakmayı bir tarafa bırakamaz. Böyle bir durumda, şu soru net biçimde sorulmalı ve yanıtı son derece açık olmalı: Suriye’deki politik iktidarın, adlı adınca BAAS iktidarının sınıf karakteri nedir? Komünistler için bu sorunun yanıtı son derece açık: BAAS iktidarı, burjuva bir iktidardır. Haliyle, komünistlerin böyle bir iktidara destekleri koşulsuz ve sınırsız değildir, olamaz da… Komünistlerin bu iktidara destekleri koşullu ve sınırlı olmak zorundadır. Koşul, emperyalizme ve gericiliğe karşı savaşta kararlı olması; sınırı da bu savaş çerçevesindedir. Bunun dışında komünistler, Suriye’de olsun başka yerde olsun, proletaryanın bağımsız sınıf çıkarlarını titizlikle korurlar ve bu çıkarları her türlü burjuva sınıfa karşı savunurlar. Esasında, Suriye Komünist Partisi’nin (SKP) savunması gereken politik çizgi de böyle olmalıydı. Bir adım daha ileri giderek şunu söyleyebiliriz: SKP, savaşın içinde dahi, emperyalizme, gericiliğe ve faşizme karşı savaşırken kendi bağımsız sınıf çizgisini korumalı, proletaryanın çıkarlarının burjuva sınıfın çıkarları içinde erimemesi için büyük bir titizlik göstermeliydi.

Bu, kimi aklı evvellerin, Lenin’den öğrendikleri “dış savaşı iç savaşa çevir” sloganını olduğu kopyalayıp uygulamak gerektiği anlamına elbette gelmez. Böyle bir politikayı önermek, emperyalist planların uygulanmasına yol açan darkafalılık anlamına gelir; o kadar.

Şu sorulabilir: Çağımızda burjuva sınıf iktidarı nasıl oluyor da emperyalizme ve gericiliğe karşı savaşabiliyor? Bu sorunun yanıtı, çağımızda emperyalist-kapitalist sistemin içinde bulunduğu koşullarda ve bunun sonucu olarak, bağımlı, yarı-bağımlı ülkelere ya da emperyalist-kapitalist sisteme henüz tümden entegre olmamış ülkelere dayattığı “tam ilhak” politikasında yatıyor. Emperyalizmi, geçmiş on yıllardaki haliyle ele alıp değerlendiremeyiz. Emperyalist devletlerin, emperyalist mali sermayenin ulaştığı dev boyutları, bunun sonucu olarak emperyalist-kapitalist sistemin krizini ve çöküş sürecini; buna karşılık emperyalist mali sermayenin ve emperyalist devletlerin bu krizden, bu çöküş sürecinden çıkış için izlediği politikaları anlamak ve mutlak biçimde hesaba katmalıyız.

Kısaca, emperyalist devletler ve emperyalist mali sermaye, krizi atlatmak, genişletilmiş yeniden üretimi ve sermaye birikimini sürdürmek için, bağımlı ve yarı-bağımlı ülkeleri, sisteme henüz tam entegre olmamış ülkeleri “eski tarz” sömürü yöntemleriyle sömürmekle yetinemez bir noktaya gelmiştir. Şimdi, bağımlı ve yarı-bağımlı (“yeni-sömürge”) ülkelerin henüz sisteme tam entegre olmayanların ekonomilerini “tam ilhak”a zorluyor. “Yeni sömürge” ülkenin bankalarına, sanayisine, tarım ve topraklarına; yeraltı ve yer üstü kaynaklarına el koymak; böylece sömürüyü olabilecek en yoğun düzeye getirerek sermaye birikimini artan biçimde sürdürmek. Bu politikaya boyun eğmeyen, karşı koyan; bu politikaları kabul etmeyen ülke ve devletleri yerle bir ederek, parçalayarak ortadan kaldırıyor. Yugoslavya bir örnektir; Fransa’nın Sarkozy’siyle “iyi ilişkiler” içinde olduğu sonradan ortaya çıkan Kaddafi’nin petrol zengini Libya’sı bir başka örnektir vb.

Elbette, doğru sonuç ve tahlillere ulaşabilmek için sorunu bir bütün halinde ele almak zorundayız. Başta ABD olmak üzere, emperyalist devletlerin ve emperyalist mali sermayenin dünya işçi sınıfı ve emekçi halklarına; Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti başta olmak üzere sosyalist ülkelere, Venezuela, Nikaragua gibi, sosyalizm yönelimli halkçı-demokratik iktidarlara karşı başlattığı küresel iç savaş, emperyalist mali sermayenin “tam ilhak” politikasından ayrı ele alınamaz. Çağımızın temel karakteristik özelliği, emperyalist-kapitalist sistemin çöküş ve proleter devrimler dönemi olmasıdır. Emperyalistlerin (NATO’nun) sözleriyle söylersek, “Ayaklanmalar Yüzyılı”ndayız. Yani toplumsal devrimler yüzyılı. Emperyalist devletler ve NATO, bu belirlemeyi 2000’li yılların hemen öncesinde yapmış ve yeni döneme uygun politik ve askeri hazırlıklara başlamışlardı. 11 Eylül provakasyonu, aynı zamanda emperyalizmin dünya proletaryası ve emekçi halklarına, dünya komünist ve devrimci güçlerine karşı bir küresel iç savaş ilanıydı. O günden bugüne ortaya çıkan bütün siyasal gelişmeleri, savaşları, emperyalistlerin tüm girişimlerini bu olguyu değerlendirmelerimizin tam ortasına yerleştirmeden doğru anlayıp tahlil etmemiz mümkün değil. Küresel iç savaş ve “tam ilhak” emperyalist devletlerin, emperyalist mali sermayenin günümüzde izledikleri politikaların ruhudur; temelidir.

Emperyalist devletlerin ve emperyalist mali sermayenin “tam ilhak” politikasına, “tam ilhak” dayatmasına boyun eğmeyen, bu politikayı reddeden devletler, varlık koşullarını korumak için emperyalizmle savaşmak durumunda kalıyorlar.

Suriye, işte bu tip devletlerden biridir. Emperyalist devletler (ABD, Britanya, AB) Suriye’ye boyun eğdirerek, önce dinci faşist çeteleri “iktidara ortak” yapmak istediler. Türkiye, bu politikanın uygulayıcı gücü olarak seçildi; ona bu görev verildi. 2011’de, Suriye’ye karşı dinci faşist çetelerin harekete geçirilmesinden hemen önce Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dinci faşistlerin iktidara ortak edilmesi teklifiyle Şam’a gitti. Esasında, emperyalistler ve Türkiye dahil, gerici Arap devletleri dinci faşist çeteleri harekete geçirmek için her şeyi hazırlamışlardı. Esad, Türkiye’nin teklifini kabul etseydi, emperyalistler savaşa gerek kalmadan iktidarı devireceklerdi. Esad ve iktidarı buna boyun eğmedi, direndi; ardından çeteler harekete geçirildi. Esad şahsında Suriye yönetimi, kendini korumak için, yani kendi varlık koşullarını sürdürmek için emperyalizme ve gericiliğe karşı direndi.

Devamını Oku

Büyük Devrimci Gelişmelerin Eşiğinde

23.Aralık.2024 12:16, I Güncelleme:23 Aralık 2024 12:16

23.12.2024 12:16, I Güncelleme:23 Aralık 2024 12:16

Dünyada taşlar yerinden oynuyor. Her geçen gün, dünyayı sarsacak gelişmelere uyanıyoruz artık. Son olarak Suriye, iki haftayı bulmayan bir zaman zarfında dinci faşist çetelerin, onların iplerini ellerinde tutan emperyalistlerin, Türkiye ve siyonist İsrail gibi devletlerin avuçlarının içine düştü ve yıkıldı.

Emperyalist devletler, 11 Eylül 2001 provokasyon saldırısıyla ilan edip başlattıkları küresel savaşı, nükleer silahların da kullanılabileceği devletler arası topyekün bir savaşa dönüştürme hazırlığı içinde olduklarını gizlemiyorlar bile.

Tarihin olağanüstü hızlandığını artık çıplak gözle dahi görmek mümkün. Bunun, devrimci durumun bütün dünyaya yayılmasının ve devrimci durum koşullarının kendilerini kabul ettirmelerinin sonucu olduğundan hiçbir kuşku duyulmamalı.

Türkiye ve Kürdistan, bu koşullardan azade değiller. Aksine Türkiye ve Kürdistan, devrimci durum koşullarının toplumsal yaşamın tüm alanlarında baskın hale geldiği, kendilerini kabul ettirdikleri, gelişmelere yön verdikleri ülkelerin başında gelmektedir. Uzun iç savaş ve devrimci durum iki ülke koşullarının temel karakteristiğidir.

İç savaş biçiminde gelişen sınıf savaşı, Türkiye ve Kürdistan’da giderek hem sertleşiyor hem de iki ülkenin tüm sınıflarına, tüm katmanlarına yayılıyor, onları etkisi altına alıyor ve sınıf savaşının içine çekiyor. Başta işçi sınıfı olmak üzere, her toplumsal kesim ve ezilen ulus kendi talepleriyle tekelci sermaye sınıfının, onun politik temsilcisi dinci faşist iktidarın karşısına dikiliyor.

Dinci faşist çetelerin Suriye’de iktidarı ele geçirmelerini kendi zaferi olarak gören dinci faşist iktidar, içeride işçi sınıfının grevleriyle, ücretli emekçilerin eylemleriyle Kürt ulusunun özgürlük savaşıyla, yoksul kitlelerin ayaklanma eğilimleriyle boğuşuyor. Son olarak, Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlü işçiler iki aydan bu yana süren toplu sözleşme görüşmelerinde MESS ve patronların dayattıkları tekliflere karşı harekete geçtiler. Hitachi Energy’nin dört fabrikasında 4 Aralık’ta başlayan grev, kararlılıkla sürüyor. 13 Aralık’ta Schneider Electric’in İzmit ve Manisa; General Electric’in Gebze fabrikalarında binden fazla işçi greve çıktı. Bunun gibi büyük fabrika işçileri, küçük işletme işçileri, inşaat işçileri gibi dağınık, ama sayı olarak azımsanmayacak ölçüde işçi grev, direniş gibi eylemlerin içinde.

Tekelci sermaye sınıfı ve dinci faşist iktidarın gerçek korkusunun kaynağı işte burası. Türkiye ve Kürdistan kurumuş bir bozkıra dönüşmüştür ve en ufak bir kıvılcımın bozkırı tutuşturmasından büyük bir korku duyuluyor. Faşist Bahçeli’nin DEM Parti ve Öcalan’a yönelik yaptığı çağrının nedeni, birleşik devrimden duyulan derin korkudur. Bahçeli ve dinci faşist iktidarın geneli, Kürt halkını devrim mücadelesinin dışında tutarak; “iç cephe”yi sağlamlaştırmak; Suriye’de girişeceği toprak ilhakları savaşına bu şekilde gitmekti.

Çürümüş, yozlaşmış BAAS iktidarının tek kurşun atmadan, geri çekile çekile teslim ettiği Suriye’deki durumdan dinci faşist iktidar bir “zafer” havası estirmeye çalışıyor. Oysa, Türkiye tekelci kapitalizmi, cumhuriyet tarihinin gördüğü en büyük ve en derin ekonomik krizinin içinde. Burjuva toplum ciddi bir çürüme, yıkım ve çöküş yaşıyor. Dinci faşist iktidar, bu gidişi toprak işgalleri, Halep dahil Suriye’nin kuzey batı bölgelerini, Rojava’nın geniş bir bölümünü ilhak ederek durdurmaya çalışıyor. Böylece, içeride işçi sınıfının, ücretli emekçilerin, yoksul kitlelerin, Kürt ulusunun düzene karşı mücadelesinden ortaya çıkabilecek bir kıvılcımı etkisizleştirmeye çalışıyor.

Dinci faşist iktidar ve faşist devlet amaçlarına ulaşabilecek mi; birleşik devrim tehlikesini savuşturabilecekler mi? Dünyada devrimci durum var. Hiçbir burjuva hükümet yarınından emin değil ve daha önemlisi, bu süreç hızlanarak devam ediyor. Türkiye ve Kürdistan sarsılmakta olan emperyalist-kapitalist zincirin dışında değil; aksine tam ortasında. Dolayısıyla, devrimci durumun emperyalist-kapitalist devletler üzerindeki yıkıcı etkisinden yakasını kurtarması, kendini sıyırması mümkün değil.

Dünyada ve Türkiye’de büyük devrimci gelişmelerin eşiğindeyiz. Hiçbir burjuva iktidar yarınından emin değil ve Türkiye’nin dinci faşist iktidarı bunların başında geliyor. Devrimci durum koşullarında devrimcilerin, komünistlerin ilk ve başlıca hedefi, işçi sınıfını, emekçileri, yoksul kitleleri iktidara taşımak; onlara iktidar hedefini göstermek, iktidarın burjuvazinin elinden alınabileceğini ve alınacağını anlatmaktır. İktidarın bir devrimle, birleşik devrimle ele geçirilmesi ve emeğin iktidarının kurulması için koşullar en olgun haline geliyorlar. “İktidarı ele geçirmenin koşulları yok” demek, burjuvaziye yardım etmektir; “sol” adına burjuva sınıf adına hareket etmektir.

Büyük devrimci gelişmelerin eşiğinde olduğumuz bu süreçte işçi sınıfına, ücretli emekçilere, yoksul kitlelere ve özgürlüğe susamış Kürt ulusuna kurtuluşun bu tek ve gerçek yolunu gösterelim.

Devamını Oku

Yunanistan’da Genel Grev

Yunanistan’da Genel Grev

13.Aralık.2024 11:41, I Güncelleme:13 Aralık 2024 11:41

13.12.2024 11:41, I Güncelleme:13 Aralık 2024 11:41

Yunanistan’da 20 Kasım Çarşamba günü 24 saatlik genel greve gidildi; eğitim, lojistik, inşaat, toplu taşıma ve sağlık gibi farklı sektörlerden işçiler onlarca şehirde sokaklara döküldü.
Sabah erken saatlerinde başlayan kitlesel eylemler, 19 Kasım Salı günü hem kamu hem de özel kuruluşları kapsayan bir medya grevi ile başladı.
İşçiler, çalışma saatlerinin uzaması da dahil, işçi karşıtı yasaların yürürlükten kaldırılmasını talep etti, ücretlerin yeniden düzenlenmesi için çağrı yaptı.
Yunan emekçileri, yaklaşık 900 euroluk asgari ücretle, yüksek gelirli Avrupa ülkeleri ile başabaş barınma ve gıda maliyetleriyle karşı karşıyalar. Ücret kesintileri ve dondurmaları, uzatılmış çalışma saatleri ve toplu sözleşme üzerindeki ciddi kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu işçi karşıtı uygulamalar on yılı aşkın bir süredir devam ediyor. Bu mevzuatlara göre işçilerin çok küçük bir kesimi bu toplu sözleşmelerden yararlanabiliyor. Bunların yanı sıra sağlık, eğitim, enerji, su, ulaşım, sosyal güvenlik, altyapı ve doğal afetler için sivil koruma hizmetleri gibi kritik sektörler de her geçen gün daha fazla özel sektörün eline geçiyor. Yunan sendikaları evrensel, kamusal ve ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri ve konut çözümlerinin garanti altına alınmasını da talep ediyor. Finans kuruluşları Yunanistan’ın ekonomik iyileşmesini öve dursun, işçi sınıfı ise en temel haklardan mahrum bırakılıyor. Tüm bunlara rağmen Yunanistan, NATO aracılığıyla askeri harcamalara milyonlarca euro ayırıyor!..
Yunan işçi ve emekçileri, 20 Kasım’da yaptıkları yürüyüşlerle savaş ve militarizasyona karşı uluslararası dayanışmanın önemini vurguladı. Filistin bayraklarının dalgalandığı eylemlerde sendikalar, İsrail’in Filistin ve Lübnan halkına yönelik soykırımına derhal son verilmesi için de çağrılar yaptı.

Devamını Oku

Suriye: Duyduğunuz Çakalların Ulumasıdır

Suriye: Duyduğunuz Çakalların Ulumasıdır

13.Aralık.2024 11:14, I Güncelleme:13 Aralık 2024 11:14

13.12.2024 11:14, I Güncelleme:13 Aralık 2024 11:14

Suriye dünyayı şaşkına çeviren bir hızla düştü. Yüzyıllık bir devlet, yedi gün içinde sürü güdüsüyle hareket eden katil çetelerin avuçlarının içine düştü.

Dinci faşist çetelerini savaş kabiliyetini ya da onların Türkiye-ABD-İsrail-İngiltere ve tabii ki NATO gibi, bu çetelerin işlerini ellerinde tutanların savaş “dehaları”nın sonucu değil; tamamen ve bütünüyle Suriye devletinin, oradaki burjuva iktidarın derin çürümüşlüğünün sonucu oldu bu zafer.

Kimse beklemiyordu bu sonucu. İran’ın açıklamalarına bakılırsa, Esad dahil. Ordusu, siyasi iktidarı, istihbarat teşkilatı ve ordusu dahil burjuva bir devletin derin çürümüşlüğünün, bir toplumu nasıl bir felakete sürükleyeceğini göstermesi açısından ibret verici.

Ortadoğu’da (Batı Asya) bir perde kapandı, yeni bir dönem açıldı. Savaşlarla, çatışmalarla, altüst oluşlarla geçecek bir dönem. Suriye’nin düşüşü bir son ve bir başlangıç.

Türkiye’de dinci faşist iktidarın ve faşist devletin, 1917 benzeri bir ortamın ortaya çıkışını beklediğine daha önce işaret etmiştik. Şimdi bu ortamın çıktığını düşünüyor. Halep başta olmak üzere, zaten “kendi toprağı” kabul ettiği toprakları ilhak etme, kendi sınırlarına katma hazırlıkları yapıyor. Elbette buna Rojava toprakları dahil.

Bu anlamda Kürt halkını büyük bir tehlike beklediğinden kuşku duyulmamalı. Kürt Özgürlük Hareketi önderliğinin Suriye’nın düşüşünden hemen önce gelen şu açıklamasının ne derece doğru ve isabetli olduğu şimdi daha iyi görülebiliyor. Açıklamadan şöyle deniliyordu:

“Türkiye şimdi Trump yönetmi ile birlikte Rojava’yı işgal planlarını yeniden güncelleştirdi. PKK’nın ve Kürt hakının tasfiyesinde anlaşmışlar. Fakt asıl sorun Rojava’da…

Önümüzdeki süreçte Kürtleri bekleyen, kesinlikle bir soykırım ve katliam politikasıdır. Ama çözüm mümkündür.”

Geç kalındığını söylemek durumundayız. Bunda en büyük payın Şam’daki şoven, çürümüş burjuva iktidara ait olduğunu da…

Ya bundan sonrası? Çakalların ulumasının kulaklarımızı sağır etmesine, düşüncelerimizi baskı altına almasına izin veremeyiz, vermemeliyiz. Dünyada gelişmelerin baş döndürücü bir hızla gerçekleştiğini söyledik. Bu, dünyadaki devrimci durumun hem sonucu, hem de kanıtı.

Hiçbir burjuva hükümet yarınından emin değil. Fransa’da hükümet düştü. Almanya’da zaten düşmüştü ve önlerine koydukları seçimin sonuçlarını kimse kestiremiyor. Romanya’da, Moldava’da karşı devrim güçleri iktidarlarını, ancak seçim sonuçlarını tanımayarak koruyabiliyorlar.

Fransa, Afrika topraklarından kovuluyor. Sahneye son çıkan ÇAD oldu; Fransa’yı kovacağını açıkladı. Senegal, ÇAD’ın izinden gideceğini açıkladı. “Fransa’da Senegal askeri yoksa, Senegal’de de Fransa askeri olmamalı” dedi.

Emperyalistlerin perişan durumu, Doğu Asya’da da farklı değil. Yuları ABD ve Japonya emperyalizminin ellerinde olan kapitalist Kore (G.Kore) devlet başkanı, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ne savaş hazırlığı kapsamında ilan ettiği sıkıyönetim rejimini üç saat içinde geri almak zorunda kaldı. Şimdi “vatana ihanet” suçlaması ve azledilmekten kurtulmaya çalışıyor. G.Kore Halkın Demokrasi Partisi ve işçi sınıfının, emekçi kitlelerin milyonlar halinde sokaklara akması, emperyalist planları bozguna uğratan başlıca faktör oldu. Dünya işçi sınıfı ve ezilen emekçi halkları her yerde ayakta.

Bir kez daha, bu başdöndürücü gelişmelerin temelinde dünyadaki devrimci durum yatıyor. Gelişmeler hızlanarak devam ediyor; bundan sonra da hızlanmaya devam edecek. Türkiye dahil, hiçbir burjuva iktidar yarınından emin değil ve yarın neye uyanacağını bilmiyor. Parlamento ve seçimlerin bir hiç; ekonomik ve politik iktidarın ele geçirilmesinin her şey olduğu tüm açıklığıyla ortaya çıktı.

Sınıf bilinçli devrimci öncü isçiler, komünistler geleceğe bu bilinçle hazırlanmalı. Gelişmeler hızlı ve sıçramalar halinde gerçekleşiyor. Bu anlamda, bir kez daha, duyduğunuz çakalların ulumasıdır; birleşik devrime hazırlık, bu ulumalara aldırmadan sürmeli.

Dinci faşist çetelerin Suriye’yi ele geçirmiş olması, şüphesiz birleşik devrim yürüyüşü önüne zorluklar çıkaracaktır. Bununla birlikte, Suriye’nin yarını da belli değil. Başta siyonist İsrail olmak üzere, ortada yatan cesetten en büyük parçayı koparmak için, çakallar birbirleriyle yarışa girdiler bile. Dolayısıyla, hemen güneyimizde, birbirleriyle boğuşan çakallar manzarası göreceğiz.

Devamını Oku