2.Haziran.2024 00:21, I Güncelleme:2 Haziran 2024 00:22
Nürnberg’den otobüse binip, sanki Ankara’dan İstanbul’a gidiyormuş gibi, bir ülkeden diğerine geçmiştik. Ne pasaport kontrolü, ne gümrük kontrolü, ne vize derdi. Büyük rahatlık doğrusu.
Gece 23.00 suları Prag’a vardık. Gideceğimiz hostel’e 6 numaralı tramvay gidiyormuş. Durakta beklemeye başladık. Oldukça hareketli bir gece. Bir grup genç geldi yanımıza. “Yarın 1 Mayıs sevgi günü, kolunuza kalp çizebilir miyiz?” dediler. Bileklerimizi uzattık gülerek. Herkese kalp dağıtarak gittiler. Sonra orada yaşayan bir arkadaş anlattı. Komünizmden çok çektikleri için, “Kadife Devrimi” adı altında komünist rejime baş kaldıran barışçıl protestolara imza atmışlar, bu nedenle 1 Mayıs’ı burada işçi bayramı gibi değil de bir tür sevgi gösterme, sevgililer günü gibi kutluyorlarmış.
Hostele vardığımızda saat 24.00’e gelmişti. Kayıt işlemlerinden sonra odamıza çıktık. Altı kişilik odamızda bir kişinin yattığını gördük. Sessizce yatakları seçip, yerleştikten sonra ortak salona inip bir şeyler yedik. O arada bir kişi daha geldi odamıza. Genç ve çok hoş bir kız. Anadili öyle bir şey ki işte nerede olduğunuzu unutup Türkçe konuşuyorsunuz. Gayrı ihtiyarı Türkçe şu yataklar boş dedim kıza. Daha şaşırtıcı olanın onun da bana Türkçe karşılık vererek, teşekkür etmesi oldu. Çok doğal bir şeymiş gibi sohbet etmeye başladık. Ne güzel insanlar çıkıyor karşımıza, çok keyifliyiz.
Burası Çek Cumhuriyeti’nin hem başkenti hem en büyük şehri. Geçmişte de Çekoslavakya’nın başkentiymiş. Kentin ortasından geçen Vltava Nehri eteklerine kurulmuş. Bir başkente göre oldukça az bir nüfusa sahip. İki milyondan az insanın yaşadığı Prag’dan “Doksanların Sol Bankası”, “Masal Şehri”, “Altın Şehir”, “Avrupa’nın Kalbi” gibi isimlerle de söz edilmekte. Beş Nobel ödülüne sahip Prag’a damgasını vuran Franz Kafka için bile binlerce turistin geldiği söyleniyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda Avrupa’da ki bir çok şehre göre en az hasar gören yer olduğu için, tarihi dokusunu korumuş. UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış.
Sabah erkenden kalkıp, duşumuzu alıp hosteli terk ediyoruz. Prag’da yaşayan kızımın arkadaşı Gülşah’la buluşacağız. Bugün Prag gezimize rehberlik edecek.
Gülşah bize kahvaltı hazırlamış, çay ve kuruvasan var. Buradaki kuruvasanı yediğimde bizde satılanların çikolatalı ekmekten farkı olmadığını anlıyorum. Aşık oluyorum kuruvasana, üstüne bir de Türk kahvesi içince, hazırım Prag seninle tanışıp, boynuna sarılmaya diye bağırmak istiyorum. Yoksa “yenecem seni Prag” mı deseydim?
Küçücük stüdyo daireden çıkıp kocaman şehre karışıyoruz. Vltava Nehri’nin batısında, şehre hakim bir tepedeki Prag Kalesi’nden başlamaya karar veriyoruz. Oraya kadar tramvaya binip, sonra yürüyerek geziyi tamamlamak akıllıca geliyor. Prag Kalesi 1000 yılı aşkın bir süredir şehrin yönetim bölgesi ve halen de Çek Cumhurbaşkanlığı Resmi Konutu olmaya devam ediyor.
Kaleye ve hemen yanındaki o kocaman katedrale, kalenin bahçesinden geçerek gidiyoruz. Kocaman, çeşit çeşit ağaçların, heykellerin olduğu bir bahçe. Fotoğraf çeke çeke yürüyoruz. Anıt ağaçlar, atkestanesi, manolya ve sakura ağaçları, tavus kuşu, öyle neşeli bir bahçe ki…
570 metre uzunluğunda ve 130 metre genişliğindeki bu kale kompleksi, dünyanın en büyük antik kalesi. Kale ve içerisindeki yapılar geç Roma tarzı ile başlayıp, Gotik, Rönesans, Barok ve Neo-klasik stili ile devam ediyor ve sırf bir kale gezisinde bile tarihin çeşitli dönemlerine tanıklık etmeniz mümkün oluyor. İçerisindeki başlıca bölümler:
KRALİYET SARAYI: Bohemya Kral ve Kraliçelerinin 9. yy’dan bu yana ikametgahı ve taç giyme törenlerinin yapıldığı yer olmuş. Bir sürü resim ve heykelin yanı sıra, Diet Salonu, Louis Kanadı ve burada yer alan salonlar, Bohemya Şansölyeliği Salonu (ki burada protestan kent soylularının iki valiyi pencereden attıkları anlatılır), Vladislav Salonu görülmeye değer bölümleri oluşturuyor.
AZİZ VİTUS KATEDRALİ: Hanedanın ana kilise olan, taç giyme törenlerinin düzenlendiği, mezarlarının yer aldığı katedral, görkemli yapısı, freskleri, vitrayları ve iç mimarisi ile çok dikkat çekici. Binlerce değerli taş ile süslü Vaclav Şapeli, Gotik tarzda başlayıp Rönesans stili bitirilen Güney Kulesi, mezarların yer aldığı Kraliyet Kriptası, ülkedeki en büyük çan olan Sigismund Çanı, yeni kraliyet üyelerine törenlerin yapıldığı Kraliyet Şapeli, Altın Taçkapı en önemli ve görülmesi gereken yerleri.
AZİZ GEORGE MANASTIRI: Bugün Josef Navratil, Jakub Schikaneder ve Manes’in resimleri, Myslbek’in heykelleri gibi 19. yy Çek sanatına dair eserlerin sergilendiği bir müze.
LOBKOWİCZ SARAYI: İ ç dekorasyonu ile dikkat çeken saray bugün bir müze.
BARUT KALESİ: Çek Askeri tarihi adlı kalıcı bir sergiye ev sahipliği yapıyor.
PRAG KALESİ RESİM GALERİSİ: 2. Avluda yer alan ve Avrupalı ustaların Rönesans ve Barok dönemine ait eserlerinin yer aldığı bir yer.
ALTIN YOL (GOLDEN LANE): Burası eski yıllarda kuyumcuların yer alması nedeniyle bu isimle anılıyor. Şimdilerde renk renk minik evlerin olduğu sokak turistlere yönelik hediyelik eşyaların alınabildiği keyifli bir sokak olmuş.
Daha bir çok yapı var. Burayı gezmek neredeyse Prag’ın tümünü gezmekle eş değer. Hakkını vererek gezerseniz bir gününüz ayırmanız gerekecek. Güney ve Kuzey Yaz Bahçeleri, Beyaz Kule, Dalibor Kulesi, Aziz George Baziliskası, Martinine Sarayı, Belvedere, Cernin Sarayı ve Binicilik Okulu gibi pek çok yer var.
Altın Taçkapı’dan çıkıp şehrin manzarasını seyrettikten sonra yokuş aşağı yürüyerek, Vltava nehri kenarına ve heykellerle süslü Charles Köprüsüne doğru yürümeye başlıyoruz. Yol boyu neler yok ki. Birbirinden güzel binaları, kafeleri, enstürman çalan ve şarkı söyleyen sanatçıları, üstü açık araba gezileri, yere namaz kılar gibi kapanan dilencileri, sokak ressamları, satıcıları, yılanını boynuna dolamış fotoğraf çekimiyle para kazanmaya çalışanı…. hareketli, canlı sokaklarını adımlıyoruz. Dilencilerin yüzlerini saklayarak, dizleri üzerinde yere kapanır vaziyette olmalarını bir türlü anlamlandıramadım. Utanç mı? Çok yorucu bir duruş şekli, ceza mı?
Yine bir sürü evcil hayvan ya da bebeği ile gezen insanlar dikkatimizi çekiyor. Hayata karışan bu mozaik oldukça barışçıl ve yumuşak bir atmosfer yaratıyor. Hava güzel önce köprünün ayağında bir çocuk parkında oturup nehri ve köprüyü seyrediyoruz.
Daha sonra köprünün üstünden karşıya geçiyoruz. Köprü sağlı sollu heykellerle bezenmiş. Melekler Şehri diyorum elimde olmadan, yaptığı çağrışım ile.
Prag’ın tam merkezinde eski şehir merkezinde yer alan Astronomik Saat Kulesi’ne varıyoruz. Şansımıza her saat başı yapılan gösteriye denk geliyoruz. Birkaç dakika sonra kuledeki bazı pencereler açılarak, içindeki kuklalar sırayla geçiş yapıyor. Meydana toplanan insanlar oldukça coşkuyla alkışlıyor. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir saat kulesi. 1410 yılında Kadaklı Mikulus tarafından yapılmış oldukça acıklı bir öyküsü var.
Orloj adıyla bilinen saat, güneş, ay, zodyak takımyıldızlarını ve bazen de gezegenlerin yerini göreceli de olsa göstermesi ile tanınıyor. Gündüz, gece vb olayları ile ekvatorun konumu gibi coğrafi bilgileri de içeriyor
Saatin mimarı Mikulas of Kadan, başka ülkelerde de tanınan eşsiz bir mimar. Prag’da ki saati tamamlayınca, başka ülkelerde başka şehirlere de aynısını hatta daha iyisini yapar diyerek, meclis üyeleri tarafından gözleri kör ediliyor. Mimar aklını kaçırma noktasına geliyor. İntikam için saatin dişlilerini bozuyor ve saati lanetliyor. Ardından da kendini öldürüyor. Derler ki saati tamir eden ya da etmeye yeltenen herkes ya aklını kaçırır ya kendini öldürürmüş. Saat günümüzde çalışır durumda.
Diğer köprüye kadar gidip nehir kenarındaki parka oturuyoruz. Çünkü burada sevimli kunduzlar yaşıyor. Onları seyredip, kızımın Polonya’dan gelen yurt arkadaşları ile buluşuyoruz. Onlar da Prag’ı gezmeye gelmişler. Birlikte akşam yemeği yiyerek Çek birasını yudumluyoruz. Çekler dünyanın en iyi birasına sahip olmakla övünürlermiş. Hakları var ben çok beğendim.
Yine Prag kuklaları ile de ün salmış bir yer. Ortaçağdan bu yana yapılan geleneksel bir el sanatı. Hediyelik eşyalar arasında oldukça önemli yer tutuyor. Prag’a özgü bir şey ararsanız tavsiye ederim.
Wroclaw’a geçmek için buradan ayrılıyoruz bu gece. Yine Ankara’dan İstanbul’a gider gibi bir otobüse binip ülke değiştireceğiz. Kızımın okuduğu Polonya’ya sabaha karşı varıyoruz. Aklımızda güzel anılar, ağzımızda Prag tadı, yüreğimizde yeni dostlarımızın sevgisi ile. Gülşah, Thomas, Sarah, Lisa, Sıla… Özellikle Gülşah’a çok çok teşekkür ediyorum gözlerim kapanırken. Bu otobüslerde internet ve tuvalet olması ne harika düşüncesine ne ara geçtiğimi hatırlamadan dalıyorum uykuya.
“Benim gönlümde Prag, Avrupa’nın başkenti” diyen kızımın sesi rüyama karışıyor. Rüyalarım uykuma saçılırken, gerçek hayal birbirinin içinde, en sevdiğim trans haline geçiyorum. Bundan sonra Prag benim için Melekler Şehri.. Başka bir boyutta, başka bir alemdeyim.
GENEL
08 Ekim 2024AVRUPA
08 Ekim 2024AVRUPA
08 Ekim 2024SPOR GALERİ
08 Ekim 2024AVRUPA
08 Ekim 2024GÜNDEM
08 Ekim 2024AVRUPA
08 Ekim 2024